“Dikkat edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir!” (Buharî, İman, 52.)

İNTERNET NİMET MİDİR, YOKSA NİKMET Mİ?

İNTERNET NİMET MİDİR, YOKSA NİKMET[1] Mİ?

 

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Allah subhânehu ve teâlâ, insanoğluna sayısız nimetler bahşetmiştir. Bu nimetleri saymak veya saymaya kalkışmak mümkün olmadığı gibi, olanaksızdır aynı zamanda.

 “O size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah’ın nimet(ler)ini saymaya kalksanız sayamazsınız. Kuşkusuz insan çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim, 34)

Evet, bu ayet bizlerin istediği, arzuladığı ve temenni ettiği her meşru şeyin Allah tarafından verildiğini ifade etmektedir.

İnsanoğlunun tarihin derinliklerinden bu yana isteyip arzuladığı nimetlerin başında hiç şüphesiz ki, ilme ve bilgiye kolay ulaşma arzusu gelir. Biyografi kitaplarını birazcık karıştıranlar, özellikle ilimle uğraşan kimselerin bilgiye ulaşmak için ne kadar büyük çabalar sarf ettiklerini ve bu amaç uğruna nice zorlu rıhleler/ilim seyahatleri gerçekleştirdiklerini çok net bir biçimde görecektir. Hatta bazen sadece bir hadisi tashih etmek veya hadisin kendisine nispet edildiği şahsın onayını almak için deve ile bir aylık mesafelere yolculuk etmişlerdir. Kim bilir belki de böylesi insanların ettiği samimi dualar sayesindedir ki, Allah şu çağda yaşayan Müslümanlara ilme, bilgiye ve malumata kolay ulaşabilecekleri bir imkân yaratmıştır. Bu açıdan bakıldığında internet gerçekten de büyük, hem de çok büyük bir nimettir. Sayesinde ilme ve bilgiye ulaşmak çok kolay olduğu gibi, inancımızı yaymak ve bu noktada hiçbir zahmet görmeden binlere, hatta milyonlara ulaşmak da çok kolaydır. Eskiden bir şeyi kayda alabilmek ve onu insanlara ulaştırmak dünyanın en zor işlerinden birisi kabul edilirmiş. Ama bu gün bu dünyanın en kolay işlemlerinden birisi sayılmakta, hatta çocukların bile rahatlıkla yapabileceği basit bir olay olarak değerlendirilmektedir.

Yine dünyada hiç görmeyeceğimiz veya görme olasılığına hayatımız boyunca hiç nail olamayacağın nice âlimin vaaz ve sohbetleri internet sayesinde ayağımıza kadar gelmekte ve son derece rahat bir şekilde onların ilimlerine sahip olmaktayız. Eski âlimlerin ulaşmak ve elde etmek için hayatlarını tükettikleri bu ilim ve âlim nimetini, hiçbir zorluk olmadan ayağımıza getirerek bize lütufta bulunan Rabbimize hiç şükredilmez mi?

Nimetin Şükrü, Nimetin Cinsinden Olur

Bu zâviyeden değerlendirildiği zaman internet Allah’ın çok büyük bir lütfu, şükrü eda edilemeyecek bir nimetidir. Hayra ve fazilete kullanıldığı sürece de nimet olmaya devam edecektir.

Malum olduğu üzere her nimetin bir şükrü vardır ve bu şükür nimetin cinsinden olur. O halde internet nimetinin şükrü nedir ve nasıl olur?

Bu nimetin şükrü hiç şüphesiz onu; hakkı elde etme, gerçekleri yayma ve doğruları paylaşma yolunda kullanarak eda edileceği gibi, Allah’ın razı olmayacağı ve asla müsâmaha göstermeyeceği işlerde onu kullanmaktan uzak durarak yerine getirilir. Bu bağlamda harama bakmamanın ve haram şeylere kulak vermemenin önemi çok büyüktür. Eğer bir insan bu nimeti bir harama bakma veya bir haramı dinleme uğrunda aracı kılıyorsa, o zaman bu nimet “nikmet”e, yani bir felakete dönüşür.

Bu nedenle bir müslümanın; bu nimeti nasıl kullanması gerektiğini, onun helal-haram sınırlarını ve ondaki caizlik alanının boyutlarını öğrenmesi zaruridir. Aksi halde her an harama düşebilir.

Her nimette olduğu gibi, internet nimetinde de bazı sakıncalar ve dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Eğer bunlara dikkat edilmezse, Allah korusun nimet, üstte de vurguladığımız gibi “nikmete” dönüşür. Bu nimeti nikmete dönüştürmemek için aşağıda zikredeceğimiz şeylere dikkat etmek gerekmektedir. Tabii ki bu sayılacak şeyler internette dikkat edilmesi gereken “her şey” değildir. Bunların haricinde de dikkat edilmesi gereken birçok madde bulunmaktadır. Biz, bir yazının verdiği imkân ölçüsünde bunlara temas etmeye gayret edeceğiz; detaya inmek isteyen kardeşlerimiz, ilgili meseleye dair yayımlanan yazı veya dersleri inceleyebilirler. Rabbim hepimizi, dünya ve ahiretimize zarar verecek her türlü fitne ve fesattan muhafaza buyursun.

İnternet, Zaman Katilidir.

Zaman, insanoğlu için en değerli sermayedir. Maldan, mülkten ve her türlü metadan dağa değerlidir. Zira mal ve mülk zamanla satın alınabilirken; zaman, mal ve mülkle satın alınamamaktadır. Hikmetli bir sözde de ifade edildiği gibi,

اليواقيت تشتري بالمواقيت و المواقيت لا تشتري باليواقيت

“Yakutlar zamanla satın alınır; zaman ise, yakutlarla satın alınmaz!”

Efendimiz aleyhisselâm, insanların bu nimete karşı duyarsız olduklarını ve onun değerini bilmediklerini şu sözleri ile ifade etmiştir:

“İki nimet vardır ki, insanlar onlar hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Buharî)

İnsanlar vakitlerini nerede harcadıklarından ve ömürlerini nerede tükettiklerinden mutlaka hesaba çekileceklerdir:

“Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden (bir adım öteye) kıpırdayamaz.” (Tirmizî)

Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet, insanları doğruya ulaştırma… gibi çok büyük görevler yüklemiş olduğu Müslümanlar, maalesef hâlâ bu hakikatin şuuruna varamamış durumdalar. Gecesi-gündüzü, sabahı-akşamı tebliğ ve davet ile geçmesi gereken tevhid ehli insanlar, internetin kötülüklerinden veya onun başında boş vakit geçirmekten daha kendilerini kurtaramamış haldeler.

Acaba İslam’ın hâkim olmadığı bir diyarda bu kardeşlerin boşa geçirecek vakti mi var ki? Hele hele bir de İslam’ı bilen, anlatmasını beceren ve insanları doğru yola sevk edecek vasıtaları kullanmayı beceren müslümanların? Bunların hiç boş vakti olabilir mi? Bunların iş ve görevleri, aslında vakitlerinden çok çok daha fazladır. Tıpkı Üstat Hasan el-Bennâ’nın dediği gibi:

واجباتنا أكثر من أوقاتنا

“Görevlerimiz vaktimizden çoktur.”

Veya bugünkü meşhur şekliyle

“İşimiz vaktimizden çoktur.”

Müslümanlar nasıl olurda ömürlerini boşa geçirip âtıl ve bâtıl işlerin esiri olabilirler? İnsanlara dinlerinin hakikatlerini anlatmak için her şeylerini, özellikle de vakitlerini feda etmeleri gerekirken, nasıl olurda gâfilce davranıp boş işlerle uğraşabilirler?

Bu gün bizleri en çok meşgul eden vasıtalardan birisi hiç şüphesiz ki internettir. Neredeyse girmediği ev, bulunmadığı ortam kalmamıştır. Eğer bu vasıta Allah’ın razı olduğu miktarda ve hoşnut olacağı kadarıyla kullanılmazsa, başa bela olur. Bu nedenle kardeşlerimizin bu nimetten yararlanırken;

1- Dinlerini öğrenmeye engel olmamasına,

2- Namaz gibi farz ibadetleri aksatmamasına veya geciktirmemesine,

3- Yeterli miktarı aşmamasına özen göstermeleri gerekmektedir. Aksi halde internet onlar için bir günah aracı olur.

İnternet, Gizemler Dünyasıdır.

İnternet, insanların kendilerini oldukları gibi değil, olmak istedikleri gibi lanse ettikleri ilginç bir dünyadır. İnternete takılan, chatleşme yapan ve zamanını o âlemde geçiren ne kadar insan varsa –Allah’ın rahmet ettikleri müstesna– hemen hepsi kendilerini farklı bir tarzda, farklı bir kişilikte takdim etmektedirler.

Ömründe hiç cihad etmediği halde kendisini sanki cihadın en üst komutanı gibi gösterenler… İlimden miskal-i zerre nasibi olmadığı halde sanki bölgenin en büyük âlimiymiş gibi kendilerini lanse edenler… Hayâsızlığın her türlüsünü işledikleri halde kendilerini “hayâ abidesi” gibi tanıtanlar… İslamî kılık-kıyafete sahip olmadıkları halde sanki ashab-ı kiram gibi giyiniyormuşçasına kendilerini gösterenler… Ve daha neler, neler…

Birisi anlatmıştı… Bir kız, aslında peçeli olmadığı halde insanların kendisini öyle tanımaları için Face’de kendisini peçeliymiş gibi takdim ediyor ve ana sayfasına sanki kendi fotoğrafıymış gibi peçeli bir bayan resmi koyuyormuş!

Subhanallah! Bu bir aldatma, bir kandırmaca değil midir? Bir Müslüman nasıl olurda kendisini farklı bir şekilde, farklı bir veche ile tanıtabilir? Bir insanın bir yüzü olur; eğer iki yüzü varsa, o insan –mümin olmak şöyle dursun– tam bir münafık olmaz mı?

Acaba böyleleri, ortaya koymuş oldukları bu iğrenç amelle Efendimiz aleyhisselâm’ın: “Kıyamet günü Allah katında en şerli insanların, birilerine bir yüzle, diğerlerine bir başka yüzle giden ikiyüzlü insanlar olduğunu göreceksiniz” (Buharî, Müslim) hadisinde anlatılan kimselerden olmazlar mı?

İşte böylesi bir şey, insanı mümin kimliğinden sıyırıp ikiyüzlü münafık bir insan kimliğine bürür. Böyle olmamak için bu tür işlerden uzak durmalı ve kendimizi olduğumuz gibi tanıtmalıyız.

İşte internet böylesi bir âlemdir. Kimseye hesap sorul(a)madığı ve yaptıklarından dolayı hiçbir şahıs muâheze edil(e)mediği için herkes kendisini istediği gibi ortaya koymakta ve tanıtmaktadır. Üstte de dediğimiz gibi internet, insanların kendilerini oldukları gibi değil, olmak istedikleri gibi tanıttıkları gizemli, ilginç, farklı ve acîp bir dünyadır.

İnternet, Allah’ı Anmaktan Alıkoyar.

İnternetin en büyük zararlarından birisi de, insanı Allah’ı zikretmekten, dinini öğrenmekten, namazdan ve benzeri ibadetlerden alıkoymasıdır. Oysa insanı hiçbir şey Rabbini zikretmekten ve namazdan alıkoymamalıdır. Şunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız ki, Allah’ı anmaktan alıkoyan her şey ki bunun çoluk-çocuk, mal-mülk, alış-veriş veya internet olmasının hiçbir farkı yoktur kıyamet gününde insanı zarara uğratacak ve onun için bir hüsran vesilesi olacaktır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sakın ha sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana/ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Munafikûn, 9)

Allah subhanehu ve teâlâ, Maide suresinde içki ve kumarı yasaklarken buna gerekçe olarak birkaç husus zikretmiş ve en sonunda şeytanın bunlarla bizleri Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istediğini belirtmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (Maide, 91)

Bu ayette Allah subhanehu ve teâlâ’nın içkiyi ve kumarı yasaklama nedenlerinden söz edilmektedir. Bunlardan bir tanesi de bizlerin Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkonmasıdır. İnsan, içki ve kumarla meşgul olduğunda Rabbini zikredememektedir. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında internette tıpkı bu ayette anlatıldığı gibi, bizleri Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyabilmektedir. Eğer durum böyle olursa, o zaman internette haram olur ve kullanılması, uğraşılması, başında vakit geçirilmesi caiz olmaz.

İnternet, Zararı Faydasından Çok Olan Bir Ortamdır.

İnternet girişte de söylediğimiz gibi inkâr edilemez birçok faydası olan bir vasıtadır. Ama bunun yanında zararları da azımsanmayacak kadar çoktur. Hatta zararı, araştırmacıların ittifakıyla genel anlamda faydasından daha fazladır. Bu nedenle Müslüman bir şahsiyet, interneti kullanırken “Benim için faydası mı daha çok yoksa zararı mı?” diye mukayese yapmalı ve fıkhını bu esas üzere belirlemelidir. Eğer internetin zararının daha fazla olduğunu görürse, hemen zararları bertaraf etmeli; şayet beceremiyorsa ondan bütünüyle vazgeçmelidir. “Ben bunu beceremem, vazgeçemiyorum, bu devirde bunsuz olmaz” gibi mazeretlerin ardına sığınmamalı, cennetin talibi olduğunu ve onun uğrunda her şeyden vazgeçebileceğini tekrar tekrar kendisine hatırlatarak bu günah makinesinden bir an önce kurtulmalıdır.

Bu bağlamda, Rabbimizin içki ve kumarı yasaklarken gözetmiş olduğu hikmetlerden birisini vurgulamamız yerinde olacaktır.

Bilindiği üzere içki ve kumarda ticarî olarak ve gelir elde etme bakımından çok ciddi bir takım menfaatler vardır. Hele birde bu, Araplar gibi içkiyi suya tercih eden ve vakitlerinin büyük bir kısmını kumar eksenli oyun ve eğlencelerle geçiren bir toplum üzerinde düşünüldüğünde, ticarî anlamdaki faydasının ne kadar büyük olduğu daha da iyi anlaşılacaktır. İşte böylesi bir topluma Rabbimiz, içki ve kumarı yasaklarken bunlarda bir takım faydaların olduğunu; ama zararı faydasından daha çok olduğu için yasak kılınması gerektiğini belirtmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük bir günah, hem de insanlar için bazı menfaatler vardır. Ama günahları menfaatlerinden daha büyüktür.” (Bakara, 219)

İnternette de bizler için bir takım menfaatlerin olduğu kesindir. Ama her ne zaman ki kötülüğü iyiliğine baskın gelir, zarar ve günahı fayda ve sevabından daha fazla olursa, o zaman onu terk etmek ve menfaatlerini göz ardı ederek bütünüyle ondan uzak durmak kaçınılmaz olur.

İnsan, internet başında hayırlı bir iş yapayım derken bazen müstehcen resimlere bakmak suretiyle, bazen boş işlerle uğraşarak, bazen de teblîğ adı altında bayanlarla chatleşerek her an harama bulaşabilir. Eğer kişi kendisini bu tür haramlara düşmekten alıkoyamıyorsa, o zaman internet kullanması caiz olmaz; onu terk etmesi emredilir.

Bu gün internet başında vakit öldürdüğü halde dinin en önemli meselelerinden cahil kalan nice insanlar vardır. Bu insanlar, saatlerce internet başında kalıp faydasız muhabbetlerle Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu en değerli nimetlerden birisi olan zamanı katlederek dinlerini öğrenmekten geri duruyorlar. Eeee bu insanların daha sonra kalkıp cehaletin mazeret olacağını savunmalarından daha doğal ne olabilir ki?!

Kimileri de bu sanal âlemdeki muhabbetler nedeniyle gece geç saatlere kadar klavye başında, sözüm ona cihad ediyor, sonrasında Allah’ın kendisine farz kılmış olduğu sabah namazını kaçırıyor! Sormak gerek, acaba klavye cihadı mı, yoksa sabah namazına kalkmak için nefis cihadı mı daha önemli?!

Bazıları ise bu ortamda başka bir amaçla değil, sadece kendilerine din öğretmek için(!) bayanlarla yazışıyorlar. Niyetlerinde din tebliğinden başka bir amaç yok ama!.. Hatta tebliğin daha fazla fayda vermesini sağlamak ve beden dili ile etkiyi artırmak için kameraları bile açıyorlar! Bunu da sadece davet kastıyla yapıyorlar! Sonrasında nemi oluyor?

Etkileyen yazışmalar… Uygunsuz görüşmeler… Harama düşüren bakışmalar…Ve… Şer’î olmayan evlilikler! Hem de birkaç ay bile sürmeyen, adeta muta nikâhına benzeyen evlilik görünümündeki birliktelikler!

Bu, gerçektende böyle… Duymuş olduğumuz onlarca vaka, şahit olduğumuz sayısız olay bunun en büyük delili.

Daha birkaç ay önce Face’den klavye mücahidi birisi tarafından kandırılan küçük bir kızın yaşadıklarını unutmuş değiliz. Ve yine evli olduğu halde Face’den tanıştığı bir erkeğe kaçan bir tanıdığımızın eşinin yaptıkları ise hâlâ kulaklarımızda çınlamakta. Tüm bunlara rağmen nasıl olurda Müslüman babalar, evde sıkılıyorlar gerekçesiyle çocuklarına internet alabilir ve sanal âlemde tanımadığı insanlarla görüşmelerine izin verebilirler?

Eleştirdiğimiz zaman ise “Ben çocuklarımın paylaşımlarını takip ediyorum. Onlar benim kontrolümdeler” diye cevap veriyorlar. Üstte anlattığımız vakaları yaşayanlar da çocuklarından haberdardılar. Onlar da çocuklarının paylaşımlarını takip ediyorlardı. Ama şimdi ortada kendisine ”iffetsiz” denilen bir kız ve iğrenç yollarla elde edilmek istenmiş toy bir yavru var. Bunun hesabını kim verecek? Kim üstlenecek bunun sorumluluğunu?

İş lafa gelince herkes devlet kurma peşinde. Vakıada ise adam evinde bile devletini kuramamış… Ne diyelim Allah şuur versin.

Hâsılı, tüm bunlar internetin ve internet âleminin bizlere verdiği zararlardan bazıları. Bizlerin bu zararları görmezden gelmesi olamaz. İnternet kullanan herkesin bir an önce bu zararları tespit etmesi ve kâr-zarar karşılaştırması yaparak takip edeceği yolu belirlemesi gerekmektedir.

Chatleşmek mi, Çiftleşmek mi?

Üstte de bir nebze değinmeye çalıştık, internet sahte dostlukların, yalancı aşkların ve meşru olmayan ilişkilerin gerçekleştiği bir ortamdır. İnsanlar çhatleşme adı altında sanki çiftleşmek için yazışıyorlar. Elbette ki yazışan herkes bu amacı güdüyordur, demiyoruz; ama genel olarak değerlendirdiğimiz zaman insanların isteyerek veya istemeyerek buna sürüklendikleri inkâr edilemez bir gerçektir. Bu nedenle internet ortamında bizlere helal olmayan kimselerle çhatleşmemiz, yazışmamız, konuşmamız –davet amaçlı bile olsa– asla uygun değildir.

Peki, neden uygun değildir?

Cevap: “Sedd-i Zerâi” açısından...

Sedd-i Zerâi, harama götüren mubah vesilelerin önünü kesmek, günaha sevk eden tüm yolları tıkamak anlamında kullanılan bir fıkıh usulü terimidir. İslam bu konuyu, hükümler belirlerken dikkat-i nazara almış ve harama götüren her türlü mubah yolun önünü tıkamıştır. Ortada bir günah varsa, o günaha sevk eden her türlü mubah işi de günah saymış ve Müslümanlardan o vesileyi terk etmelerini istemiştir. Örneğin zina haramdır; zinaya sevk ettiği için yabancı kadının avret yerine bakmak ve onunla baş başa halvet durumunda kalmak da haramdır. Cuma namazı farzdır; mazeretsiz terki haramdır. O vakit içerisinde yapılan ticaret, alış-veriş ve benzeri akitler sırf bu farzı terk etmeye sebebiyet vereceği için yasaktır.

Örnekleri bu şekilde çoğaltabiliriz.

Sedd-i Zerâi’nin Kur’an ve Sünnetten birçok delili vardır. En‘am sûresi 108. âyet, bunun en açık delillerinden birisidir. Rabbimiz şöyle buyurur:

 “Onların Allah’tan başka dua ettiklerine sövmeyin, aksi halde onlar da bilmeyerek haddi aşıp Allah’a söverler.”

Aslında putlara hakaret etmek, onları kötülemek, onlarla alay etmek İslam’ın aslıdır. Lakin bu iş, onların da Allah’a sövmelerine vesile olacağı için yasaklanmıştır. Neticede geriye sadece putların batıl olduğunu anlatmak ve onların yanlışa götürdüklerini beyan etmek kalmış, sövmek ve hakaret etmek nehyedilmiştir.

Çhatleşme meselesine de bu açıdan baktığımız zaman; meşru olmayan ilişkileri tetiklediği, karşı cinsle arada ünsiyet oluşmasına vesile olduğu ve evli insanları bile baştan çıkarttığı için bunun da caiz olmadığını söylememiz mümkündür. Hatta davet amacıyla veya karşı tarafa tebliğ yapma gayesiyle bile olsa, bu hükmün değişmeyeceğini, harama sürükleme ihtimali olduğu sürece bu günahın devam edeceğini çok net bir şekilde ifade edebiliriz. Bu nedenle kardeşlerimizin, alâ külli hâl karşı cinsle çhatleşmemesi, her ne tür maslahat olursa olsun, kendilerine haram olan kimselerle konuşmaması gerekmektedir.

Hem evliliklerde referans olmadan nasıl birisine gidilebilir? Huyu nedir? Suyu nedir? Karakteri nasıldır? Ahlakî konumu nedir? Gerçekten tevhid ehli midir? Nasıl bir yapıya sahiptir? Tüm bunlar bilinmeden nasıl olur da birisi ile evlenme girişiminde bulunulabilir?

Bu tür yollarla evlenip bir ay içerisinde boşanan kaç kişiyi tanıyoruz. Kaç kişinin yaşadığı şehrin dışından tanımadığı, referansı olmayan birisi ile evlenip daha aradan birkaç hafta geçmeden boşandığını biliyoruz. İşte bu nedenle, bu tür yollarla evlilik gerçekleştirmek veya bunun gayreti içerisinde olmak son derece hatalı, tutarsız ve etik olmayan bir yoldur.

Chatleşmelerde Yalan Diz Boyudur.

Klavye karşısında kendisini görmeyen kimselere karşı söylenen yalanlar, tıpkı yüz yüze söylenen yalanlar gibidir. Kişi klavyenin başında erkek olduğu halde bazen kendisini kadınmış gibi tanıtarak arkadaşlarını kandırıyor veya onları deniyor. Aynı şekilde kadın olduğu halde bazen kendisini erkekmiş gibi tanıtabiliyor. Bu, yalan ve aldatmaca değilse, nedir?

Yine aynı şekilde kişi bazen evli olduğu halde kendisinin bekâr olduğunu söyleyerek karşı cinsi kendisiyle evlenmeye ikna etmeye çabalıyor. Elbette tüm bunlar yalan çeşitlerindendir.

Mücahit olmadığı halde cihad eri gibi kendisini tanıtanlar… Âlim olmadığı halde âlim imajı verenler… Zengin olmadığı halde zengin olduğunu söyleyenler… Daha neler, neler…

Bunların her biri eğer söyledikleri gibi değillerse, İslam nazarında yalancı ve sahtekâr insanların ta kendileridir. Bir müslamanın bu tür karakter bozukluklarından, şahsiyetsizliklerden ve aldatmaya dayalı ilişkilerden uzak durması gerekmektedir. Acaba o klavyenin başında ki Allah’ın Rasulü olsaydı, bu sayılanları yapar mıydı? Eğer o yapmayacaksa biz ümmeti olarak neden yapıyoruz?

Buna dikkat etmeli ve şayet böyle bir tavrımız varsa tevbe ederek hemen vazgeçmeliyiz ve unutmamalıyız ki:

 “Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir. (Nahl, 105)

Ve “Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim)

Buraya kadar yazdıklarımız, internetin zararlarından belki bir-kaç şeydir. O kadar zararı vardır ki, bunlar yazmakla, çizmekle bitmez. Buradakiler devede kulak misali üç-beş hatırlatmadan ibarettir. Kalbi olan, kulak veren ve öğüt almak isteyenlere yeterlidir inşâallah. Rabbim, yazdıklarımızla önce bizleri, sonra da tüm okuyanları âmil eylesin.

 Hiç kuşkusuz ki bu (anlatılanlar)da, (duyarlılığını yitirmemiş bir) kalbi olan ya da pür dikkat kesilerek kulak verebilen kimseler için bir uyarı, bir öğüt vardır.” (Kâf, 37)

 

 

Faruk Furkan

 



[1] “Nikmet” kelimesi Arap dilinde felaket, âfet ve musibet gibi anlamlara gelmektedir.

Okunma Sayısı:5414