"'Benim namazım, kurbanım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi yaratan, yaşama kabiliyeti, gücü ve varlıklara işleyiş düzeni veren, koruyan, kontrol eden, âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi Allah rızası içindir' de." (EN'ÂM - 162)

YEDİNCİ İPUCU: “İkindi Namazının Sünnetini Kılmak”

RAHMETLİ OLMANIN İPUÇLARI -7-

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

YEDİNCİ İPUCU:

“İkindi Namazının Sünnetini Kılmak”

Buraya kadarki yazılarımızda Kur’an’da yer alan rahmet ipuçlarını anlatmaya ve Allah’ın bizler için rahmet vesilesi kıldığı amelleri izah etmeye çalışmıştık. Buradan sonra Allah izin verirse Peygamber Efendimizin pak Sünnetinde yer alan rahmet vesilelerini ele almaya ve üzerimize Rabbimizin rahmet yağmurlarını sağanak sağanak yağdırmaya çabalayacağız. Gayret bizden başarı yalnız Allah’tandır.

Abdullah İbn-i Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رَحِمَ اللَّهُ امْرَأً صَلَّى قَبْلَ الْعَصْرِ أَرْبَعًا

“İkindi namazından önce dört rekât (sünnet namazı) kılan adama Allah rahmet etsin.”[1]

İşte önümüzde Allah’ın rahmetine erişmenin diğer bir ipucu daha… Allah’ın rahmetini elde etmek için fırsat kollayanlara veya rahmetli olmak isteyenlere Rabbimizden uzatılmış sağlam bir ip… Yapılması ve edâ edilmesi çok kolay, ama neticesi çok büyük bir amel…

Bu amel de, kendisiyle âmil olmamız durumunda bizleri rahmet-i ilahiyeye mazhar kılacak ve bizlerin, rahmet diyarı olan cennet yolculuğundaki seyrinde bir adım daha öteye gitmesini sağlayacak amellerdendir.

Konunun detayına girmeden önce şu önemli hususu hatırlatmamızın yararlı olacağını düşünüyoruz: Yüce Rabbimiz, biz kullarına rahmetinin bir neticesi olarak nâfile ibadetleri meşru kılmıştır. Nâfile ibadetler, farzlarda meydana gelebilecek eksiklikleri telafi eden, bir bakıma onarıcı diyebileceğimiz ibadetlerdir. Eksik bıraktığımız, yanlış yaptığımız veya Allah’ın kabul etmesini sağlayamadığımız farz ibadetler, bunlar sayesinde telafi edilirler. Bu nedenle çok mühim ve ihmal edilmeyecek kadar çok önemlidirler. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde insanların hesaba çekilecekleri ilk amelleri namazlarıdır. Aziz ve Celil olan Rabbimiz, kendisi daha iyi bildiği halde meleklerine şöyle der: ‘Kulumun namazına bir bakınız, onu tam mı yoksa eksik mi yerine getirmiştir?’ Eğer namazı tam ise ona tam olarak yazılır. Şâyet ondan bir şeyleri eksik bırakmışsa bu sefer ‘Kulumun herhangi bir nâfile namazının olup olmadığına bakınız’ diye buyurur. Şâyet nâfile namazları var ise: ‘Kulumun farz namazını nâfilelerinden tamamlayınız’ buyurur. Daha sonra diğer ameller de bu şekilde ele alınır.”[2]

Müslüman, hiçbir zaman nâfile namazları “nâfiledir” diye önemsemezlik etmemeli ve –birilerinin söylediği gibi– “Nasıl olsa bunları yapmadığımda cezası yok” diyerek asla gafilce bir tutum sergilememelidir. Çünkü bizlerin, kıldığımız farz namazların hepsinin Allah katında kabul edildiğine dair kesin bir kanıtı yoktur. Elimizde kesin bir kanıt olmadığı halde ihtimal ve varsayımlarla yola çıkmamalıyız. Eğer böyle bir varsayımla yola çıkarsak –Allah muhafaza– yarı yolda kalakalırız. Yarı yolda kalmak istemiyor ve menzilimize selametle varmayı umuyorsak, o zaman nâfilelere önem vermeli ve onları gerektiği şekilde eda etmeliyiz.

Nâfileler Farzların Kalkanıdır

Nâfile ibadetler, farz ibadetlerin kalkanı mesabesindedir. Kul, nâfilelerini dikkatlice yerine getirme çabası içerisinde olduğunda, bu, farzlarını daha sağlam bir şekilde korumasında ona imkân tanıyacak ve ona, farzlara gelebilecek tüm zararları nâfile kalkanıyla bertaraf etme olasılığı verecektir.

Örneğin nâfile namazlarına sürekli devam eden bir Müslüman, bir işi gereği çarşıya çıksa ve işlerinin yoğunluğu ya da aksaması nedeniyle namaz vaktinde bir gecikme meydana gelse, bu durumda sürekli kılageldiği nâfile (sünnet) namazlarını terk ederek farz namazını muhafaza altına alabilecektir. Her ne kadar o an için sünnetini kılamasa da, en azından farzını ihmal etmeyecektir. Ama sünnet namazlarını genellikle terk eden bir Müslüman, böylesi bir durumla karşı karşıya kaldığında, şeytan ona galebe çalacağı veya nefsi kendisine baskın geleceği için kurban olarak ilk etapta namazını feda edecek ve –Allah korusun– namazı terk etmek gibi çok tehlikeli bir pozisyonla karşı karşıya kalacaktır ki, bu onun tüm dünyasını kaybetmesinden daha kötü bir durumdur.

İşte böylesi pozisyonlarla karşı karşıya kalmamak için nâfileleri önemsemeli ve onlara gereken ilgiyi göstermeliyiz.

Nâfilelerin önemine dair yeri gelmişken hemen bir noktayı daha hatıralım: Nâfileler, farzlardaki eksiklikleri telafi etmesinin ve farzların terk edilmesine karşı bir kalkan olmasının yanı sıra, aynı zamanda insanı Allah’a yaklaştıran ve O’nun sevgisini kendisine gerekli kılan amellerdendir. Bir insan, farzları yerine getirmesinden sonra ancak nâfileleri sayesinde Allah’ın veli kullarından olabilir. Allah’ın veli kullarından olduğunda da, artık duası müstecâb, istekleri makbul olur ve her daim Allah’ın özel beraberliğine mazhar kılınır. Nitekim Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kudsî bir hadiste Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bizlere bildirmiştir.

“…Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana (farzların dışında) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet Ben onu severim. Ben kulumu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; Bana sığınırsa, onu korurum.”[3]

Nâfilelerin insana kazandırdığı bu değerli meziyetlerden dolayı bizlerin, onlara dört elle sarılması ve bu hususta asla gafil olmaması gerekmektedir.

Müekked ve Ğayr-i Müekked Namazlar

Nâfile namazları:

* Farzlara bağlı olanlar ve

* Farzlardan ayrı olanlar şeklinde iki kısma ayırabiliriz.

Farzlara bağlı olanları da:

* Müekked ve

* Ğayr-i müekked şeklinde taksimâtlandırmamız mümkündür.

İzah etmekte olduğumuz ikindi namazının dört rekâtlık sünneti, yaptığımız bu taksimattın “farzlara bağlı olan namazlar” kısmındandır.

Müekked veya ğayr-i müekked oluşu noktasında ise Allah Rasulünün bazen kılıp bazen kılmaması bu namazın “ğayr-i müekked” olduğunu gösterir.

Burada müekked ve ğayr-i müekked kelimelerinin kısaca izahını verdikten sonra hangi namazların İslam nazarında müekked, hangilerinin ise ğayr-i müekked olduğunu açıklamaya çalışacağız.

Müekked kelimesi sözlük olarak: “Te’kit edilmiş, pekiştirilmiş ve sağlamlaştırılmış” demektir. Dinî kullanımda ise: “Allah Rasûlü’nün genellikle riayet ettiği, sürekli kılageldiği ve terk edişinin nadir olduğu nâfile namazlar” anlamındadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir nâfileyi sürekli kılmaya özen göstermiş ve üzerinde titizlikle durmuşsa, o namaz artık İslam nazarında “müekked” olmuştur. Yani zaruret olmadığı sürece terk edilmemesi gereken nâfile bir ibadet sayılır.

Ğayr-i müekked ise bunun tam zıddıdır. Yani Allah Rasûlü’nün ara sıra kıldığı, genellikle terk ettiği veya terk edişinin kılışına nazaran daha fazla olduğu nâfile namazlar, demektir.

Müekked Namazlar Hangileridir?

İslam âlimleri, farzlara bağlı müekked sünnetlerin kaç rekât olduğu konusunda, delillerin farklılık arz etmesinden dolayı iki farklı görüşe ayrılmışlardır:

a) On rekât olduğunu söyleyenler,

b) On iki rekât olduğunu söyleyenler.

On rekât olduğunu söyleyenler, Abdullah İbn-i Ömer’in şu hadisini delil getirmişlerdir:

“Ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şu on rekâtı ezberleyerek öğrendim: Öğleden önce ve sonra iki rekât, akşam namazından ve yatsıdan sonra evinde iki rekât ve sabah namazından önce iki rekât.”[4]

On iki rekât olduğunu söyleyenler ise, Hz. Aişe ve Ümmü Habibe annelerimizden nakledilen şu hadisleri delil getirmişlerdir:

“Her kim bir gün ve gece içerisinde on iki rekât (sünnet) namaz kılarsa, bunlar sebebiyle ona cennette bir ev inşa edilir.”[5]

“Her kim bir günde kılınması gereken on iki rekât sünnet namaza devam ederse, Allah o kimseye cennette bir köşk bina eder. (Bu namazlar şöyledir:) Öğleden önce dört rekât, sonra iki rekât, akşam namazından sonra iki rekât, yatsıdan sonra iki rekât, sabah namazından önce iki rekât.”[6]

Bu iki görüşten sonuncusu, yani bu nâfilelerin on iki rekât oluşu elbette daha mükemmel ve daha güzeldir. Ama diğer hadis de sahih yollarla bize geldiği için onun ifade ettiği hükmü görmezden gelmekte uygun değildir. Bu nedenle bizim, bazı âlimlerin yaptığı gibi iki hadisin arasını cem ederek şöyle dememiz mümkündür: Eğer kişi kendinde bir kuvvet buluyor, kendisini canlı hissediyor ve ortada yapması gereken çok mühim bir işi de bulunmuyorsa, bu durumda on iki rekât kılmalıdır. Ancak eğer kendisinde bir zayıflık, yorgunluk, bitkinlik varsa veya ortada yapması gereken çok önemli bir iş mevcutsa, bu durumda on rekât kılabilir. İnşâallah her iki durumda da Rabbimiz, onun için cennette bir köşk bina edecektir. Yine de en doğrusunu her şeyi en iyi bilen Yüce Allah bilir.

İkindi namazının sünneti, Ümmü Habibe annemizin hadisinde belirtilen namazlar içerisinde yer almadığı için ğayr-i müekked kabul edilmiştir. Ümmü Habibe annemizin hadisinde belirtilen namazlar:

* Sabah namazından önce iki,

* Öğleden önce dört,

* Öğleden sonra iki,

* Akşam namazından sonra iki ve

* Yatsıdan sonra iki rekât namazdır.

Görüldüğü üzere bunların çerisinde ikindinin sünneti yer almamıştır. İşte bu nedenle ğayr-i müekked sayılmıştır.

 Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu namazı, Ümmü Habibe annemizin hadisinde sayılan namazlar gibi sürekli kılmamış, ara sıra eda etmiştir. Veya diğer bir ifadeyle terk edişi, kılışına nazaran daha fazla olmuştur. Örneğin haftanın üç günü kılmışsa, dört günü kılmamış veya iki günü kılmışsa, beş günü kılmamıştır.

İşte buradan hareketle Müslümanların, her zaman olmasa da tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi belirli aralıklarla bu namazı kılmaları güzel olacaktır. Böyle yaptıklarında hem Rasûlullah’a tâbi olmanın ecrini kazanacaklar, hem de Allah’ın rahmetine hak kazanacaklardır.

Ğayr-i Müekked Demek Yapılmaz Demek Değildir.

Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki bizler, Allah’ın gazabının tıpkı yağmur gibi sağanak sağanak indiği bir cahiliye ortamında yaşamaktayız. Dolayısıyla bu cahiliye ortamında O’nun rahmetine, cahiliyenin hâkim olmadığı diğer zamanlarda yaşayan mümin kullardan kesinlikle daha fazla muhtacız. İşte bu nedenle gerek bu ameli, gerekse O’nun rahmetini üzerimize çekecek diğer rahmet amelleri çok önemsemeliyiz. Ama maalesef gelin görün ki, ikindi namazından önce kılınan ve Allah’ın rahmetine vesile olan dört rekâtlık bu sünnet namazı, –ğayr-i müekked olduğundan olsa gerek (!)– muvahhid camia neredeyse terk etmiş durumdadır. Oysa bu namazı kılanlara Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’tan rahmet dileyip merhametine nail olmaları için kendilerine dua ettiği gibi, aynı zamanda kendisi de bizatihi belirli aralıklarla onu kılmıştır. Eğer sünneti doğrultusunda yaşamayı temel hedef kabul ediyor ve insanları Sünnete ittiba etmeye davet ediyorsak, bu durumda bizlerin bu namazı, –her zaman olmasa da– belirli aralıklarla kılması ve bu şekilde Sünnete tâbi olması gerekmektedir.

قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr ve Rahîmdir/son derece bağışlayıcı, oldukça esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)

Unutmamak gerekir ki, sünnete tabi olmak da Allah’ın rahmetini üzerimize çeken diğer bir husustur. Bu noktada rahmet ipuçlarının “Dördüncüsü”ne bakabilirsiniz.

 

Faruk Furkan

 

 

 

 



[1] Tirmizî, 430; Ebû Dâvûd, 1271. Hadis “Hasen”dir.

[2] Ebû Dâvûd, 864.

[3] Buhârî, Rikak 38.

[4] Buharî, 1180.

[5] Müslim, 728.

[6] Tirmizî, 414.

Okunma Sayısı:6800