“Hakkında ilim (kesin bir bilgi) sahibi olmadığın şeylerin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (evet) bunların hepsi ondan sual edilecek/hesaba çekilecektir.” (İsra, 36)

ALTINCI İPUCU: “Mü’minlerin Arasını Düzeltmek”

 

RAHMETLİ OLMANIN İPUÇLARI -6-

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

ALTINCI İPUCU:

“Mü’minlerin Arasını Düzeltmek”

 

Bir önceki yazımızda rahmetli olmanın ipuçlarından biri olan “Namaz kılmak, zekât vermek ve Rasûl’e itaat etmek” konusunu ele almaya çalışmıştık. Bu yazımızda inşâallah diğer bir rahmet ipucunu ele alarak, rahmet denizindeki yolculuğumuza devam edeceğiz. Bu yazımızdaki rahmet ipucumuz “Müminlerin Arasını Düzeltmek” olacak.

Haydi, şimdi bu rahmet ipucunu yakalamak için hazırlanmaya!

Rabbimiz şöyle buyurur:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse, merhamet edilmeniz için (aralarında çıkabilecek anlaşmazlıklarda) kardeşlerinizin arasını ıslah edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Hucurat, 10)

İşte Rabbimizin rahmetine nail olabilmemizin diğer bir ipucuyla daha karşı karşıyayız. Rahmete erişmek veya diğer bir ifadeyle rahmetli olmak isteyenlere Rabbimizden uzanan diğer bir şefkat eli: Mümin toplumun bekasını sağlamak adına iman edenlerin aralarını ıslah etmek, düzeltmek ve onları barıştırmaya çalışmak…

Bu ipucumuz, aynı akideye gönül vermiş mümin insanların arlarında anlaşmazlık, tartışma, dargınlık veya kırgınlık gibi bir olumsuzluk vuku bulması durumunda onların bu tatsız durumlarını gidermeye çalışıp çabalamayı ve aralarını ıslah edip düzeltmeyi bizlere göstermekte ve bunun bizlerin Allah’ın rahmetine ulaşmasında bir sebep olduğunu vurgulamaktadır. “Merhamet edilmeniz için kardeşlerinizin arasını ıslah edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının.”

Eğer rahmetli olma gibi bir derdimiz varsa bu mükemmel fırsatı kaçırmamalı ve kardeşlerimiz arasında meydana gelen tatsızlıklarda onların aralarını düzeltme çabası içerisinde olmalıyız.

Konunun detayına girmeden önce burada şu iki önemli hususu vurgulamamız yerinde olacaktır:

a) İman kardeşliği, nesep kardeşliğinden daha önceliklidir ve İslam her zaman din kardeşliğini nesep kardeşliğinden önde tutmuştur. Bunda dolayıdır ki biz, din kardeşlerimizle aramızda meydana gelmesi muhtemel olan problemleri çözmede, –eğer iman ehli değillerse– anne-baba bir kardeşlerimizle aramızda meydana gelen problemleri çözmeden daha hassas davranmamız ve bu noktada daha ciddî bir sorumluluk bilinciyle hareket etmemiz gerekmektedir. Çünkü din kardeşliği bizim nezdimizde nesep kardeşliğinden çok daha önemli ve önceliklidir. Ashab-ı Kiram’ın hayat hikâyelerini inceleyenler, bunun böyle olduğunu net bir biçimde görürler. Örneğin Bedir savaşında Musab b. Umeyr radıyallahu anh ile müşrik kardeşi Ubeyd b. Umeyr arasında geçen şu diyalog, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir:

Musab b. Umeyr’in kardeşi Ubeyd bin Umeyr, Bedir günü Müslümanların eline esir düşmüştür. Ensardan bir sahabî onu bağlamaktadır. Tam o esnada Musab radıyallahu anh, oradan geçer ve kardeşini bağlayan sahabîye:

—Onu sıkıca bağla, çünkü annesi çok zengindir. Sana oldukça fazla miktarda fidye verir, der.

Bu durum karşısında şaşıran kardeşi Ubeyd:

— Kardeşim olmana rağmen nasıl böyle konuşursun? diye söylenir. Bunun üzerine Musab radıyallahu anh tüm Müslümanlara gerçek kardeşliğin ne olduğunu öğreten şu müthiş cevapla karşılık verir:

—  Benim kardeşim sen değilsin. Benim kardeşim, şu anda seni bağlayan kimsedir.[1]

Bazı rivayetlerde ise Musab radıyallahu anh’ın, kardeşini bizzat kendi eliyle öldürdüğü nakledilmiştir.[2]

Bu nedenle, iman kardeşliğinin ne kadar önemli olduğunu bilmeli, bu kardeşliğe zarar verecek her türlü girişimden uzak durmalı ve akideden kaynaklanan kardeşliğimizi bozacak anlaşmazlıkların bize vereceği zararın, nesepten kaynaklanan kardeşliğimizi bozacak anlaşmazlıkların bize vereceği zarardan daha kötü olacağını iyi idrak etmeliyiz. Bunu kavradığımız zaman müminlerin arasını ıslah etmenin neden rahmet vesilesi olacağını daha iyi fıkhetmiş oluruz.

 b) Islah’ın ve arabuluculuğun birçok şekli vardır ve bunun genel olarak[3] her türlüsü hayırlıdır. Nitekim Allah Teâlâ, “Sulh (düzeltmek, ara bulmak) en hayırlı olanıdır” (Nisâ, 128) buyurarak böylesi bir tavır takınmanın bizler için hep hayır getireceğini bildirmiştir. Şu sıralayacağımız hususlar arabuluculuğun yapılabileceği alanlardan bazılarıdır:

* İki müminin arasını bulmak/düzeltmek,

* İki müşrikin arasını bulmak/düzeltmek,

* Bir müminle bir müşrikin arasını bulmak/düzeltmek,

* Karıkoca arasını bulmak/düzeltmek,

* Ticarette alıcı ile satıcının arasını bulmak/düzeltmek,

* Haksızlık yapanlarla haklı olanların arasını bulmak/düzeltmek…

Tüm bu hususlarda ıslahtan yana tavır sergilemek Allah’ın hoşnutluğunu ve rahmetini gerektiren bir amel olup tüm müminler bu ameli işlemeye davet edilmiştir.

 Lakin bazı âlimler izah etmeye çalıştığımız ayetin öncesini de dikkate alarak ayetin, bu sayılan maddelerden sadece sonuncusunu yani “haksızlık yapanlarla haklı olanların arasını bulma”yı kapsayacağını ifade etmişlerdir. Bu görüş, siyak-sibak ilişkisi içerisinde her ne kadar doğru olsa da, ayetin, saydığımız diğer hususları da içine almasına engel teşkil etmez.

Ayet, öncesini de dikkate alarak belki ilk bakışta birbiriyle kavgalı olan ve haklı-haksız şeklinde ikiye ayrılan müminlerden bahsetmektedir, bu doğrudur; ama bu, ıslah ameliyesinin gerçekleştirilebileceği diğer alanları ve kişileri kapsamaz anlamına gelmemektedir. Allah bizlere umumen ihtilafa düşen her müminin arasını ıslah etmeyi emretmiş ve ister ortada kavgalı olan insanlar olsun, ister olmasın tüm iman eden kardeşlerimize karşı ihtilaf edilen meselelerde arabulucu bir tavır sergilememizi istemiştir.

Dolayısıyla her hangi bir ihtilaf vuku bulduğunda bizlere düşen ıslahçı olmak ve arayı bulup kardeşler arasında meydana gelmesi muhtemel çatlaklıkları kapamaya çalışmaktır.

Mü’minler Ancak Kardeştir

Rabbimiz bu ayetinin başında müminlerin her şeyden önce “kardeş” oldukları gerçeğini vurguluyor. Hem de öyle bir ifadeyle ki, bu ifade tarzı Arapçayı anlayan insanlar için çok şey anlatıyor.

Rabbimiz bu kardeşliği Türkçede “ancak”  anlamına gelen “إِنَّمَا” edatıyla ortaya koyuyor. Buna göre anlam müminler başka değil, sadece ve sadece kardeştirler. O halde kardeşler kardeşlik ilkesine göre hareket etmeli ve kardeşliğin gereğini yapmalıdırlar. Normal şartlarda kardeşler kavga da etseler, anlaşmazlığa da düşseler, tartışsalar da asla diğer kardeşlerinin kötü olmalarını istemezler. Çünkü onlar “kardeş”tirler. Kardeşler kavga edip tartışsalar bile beş dakika sonra yan yana oyun oynar, güler, eğlenirler…

Bir insanla kardeş olmak beraberinde bir takım sorumlulukları ve görevleri de getirir. Bu sorumluluk ve görevler Kitap ve Sünnette bizlere uzun uzadıya anlatılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Kardeşlerimizi her şeyden önce çok sevmeliyiz.

2- Dertleriyle dertlenmeli,

3- Her yönden yardımcı olmalı,

4- Irzlarını, namuslarını ve mallarını korumaya çalışmalıyız.

5- Onlarla istişâre etmeli, bize danıştıkları zaman doğru bilgi vermeliyiz.

6- Sır verdiklerinde asla sırlarını ifşâ etmemeliyiz.

7- Nasihat istedikleri zaman hayır nasihatte bulunmalı,

8- Gerektiğinde emr-i bi’l-ma’ruf ve nehi ani’l-münker yapmalıyız.

9- Borç istediklerinde eğer imkânımız varsa istediklerini vermeli, imkânımız yoksa tatlı ve güzel sözlerle gönüllerini almalıyız.

10- Selâm verdiklerinde selâmlarını aynıyla veya daha güzeliyle almalı,

11- Dua istediklerinde samimiyetle ve içtenlikle kendilerine dua etmeliyiz.

12- İlişkilerimizi kesmemeli, şayet bir problemimiz olursa üç günden fazla küs durmamalıyız.

13- Kin tutmamalı, küçümsememeli,  buğuz, haset, alay ve hakaret etmemeliyiz.

14- Gıybetlerini yapmamalıyız.

15- Sevmedikleri lakaplarla hitap etmemeliyiz.

16- Sûizan etmemeli, her zaman hüsnüzanda bulunmalıyız.

17- Zaman zaman ziyaretlerine gitmeli,

18- Hediyeleşmeliyiz.

19- Büyüklerine hürmette kusur etmemeli,

20- Küçüklerine şefkat göstermeliyiz.

İşte bu sayılanlar ve zikredemediğimiz diğer kardeşlik vazifeleri, titizlikle dikkat etmemiz gereken görevlerden sadece bazılarıdır. Bizler bunlara riayet ettiğimiz ölçüde kardeşlerimizle gerçek anlamda “kardeş” oluruz. Bunlara riayet etmeden onlarla kardeş olduğumuzu söylememiz sadece bir iddiadan ibaret olur ve Allah katında hiçbir geçerlilik ifade etmez.

Hadislerde de kardeşliğin nasıl olması gerektiği çok güzel bir biçimde anlatılmıştır. Bu nedenle burada konumuzla yakından alakalı olan bir demet hadis nakledeceğiz. Rabbim şimdiden bizleri bu hadislerden nasipdar kılsın ve onlarla amel etmeyi kolaylaştırsın. (Âmîn)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

* “Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında mü'minler tek bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı rahatsız olunca diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını paylaşır.”[4]

* “Birbirinizle kinleşmeyin, hasetleşmeyin, birbirinizden yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun...” [5]

* “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı başka müslümana haramdır.”[6]

* “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır…”[7]

* “Şeytan, Kıbleye dönen mü’minlerin artık kendisine ibâdet etmesinden ümidini kesmiştir; fakat onları birbirine düşürmekte (hâlâ ümitlidir).”[8]

* “Sakın (sebepsiz, kötü) zanna yer vermeyin; zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin (gizli kusurları araştırmayın), rekabet etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun…” [9]

* “Kim kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da o sebeple onu kıyâmet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah da o kimsenin ayıp ve kusurunu (kıyâmet gününde) örter.”[10]

* “(Hiçbir kötülüğü olmasa dahi) kişinin, müslüman kardeşine hakaret etmesi kendisine (kötülük olarak) yeter. Her müslümanın diğerine kanı, malı ve namusu haramdır.”[11]

* “Müslümanın, müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl değildir. Öyle ki birbirleriyle karşılaşırlar, biri bu tarafa, diğeri öbür tarafa bakıp geçer (birbirlerine selâm verip konuşmazlar). Onların en hayırlısı, ilk selâm verendir.”[12]

* “Kim mü’min kardeşine bir sene dargın durursa, onun kanını dökmüş (onu öldürmüş) gibidir.”[13]

* “Cennet kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayan her kula (günahları) mağfiret buyrulur. Yalnız din kardeşiyle aralarında düşmanlık bulunan kimse müstesnâ. (Onlar hakkında:) ‘Şu iki kişiye barışıncaya kadar mühlet verin! Şu iki kişiye barışıncaya kadar mühlet verin!’ denilir.” [14]

Bu son hadislerde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, kardeşler arasındaki küslüğün hükmünü ve bunun Allah katındaki kötülüğünü anlatmaktadır. Bir mümin, diğer mümin kardeşiyle şer‘î olmayan sebeplerden ötürü üç günden fazla küs durursa, en asgarî şartlarda haram işlemiş olur. Eğer bu küslük bir sene kadar uzayacak olursa, o zaman hüküm biraz daha ağırlaşmakta ve adam öldürme günahı gibi bir günah seviyesine çıkmaktadır. Allah’tan korkan bir mümin bu tehditler karşısında nasıl olurda sebepsiz yere kardeşleri ile küslüğünü devam ettirebilir? Rabbimizden sakınalım ve küslüklerimizi bir an önce sonlandırarak bu tehditlerden âzade olalım.

Eğer Mü’minler İhtilaf Ederse…

Rahmete nail olmak isteyenlere Allah tarafından birçok ip uzatılmıştır. Bu iplerden birisi de kardeşler arasını bulup düzeltmektir. İzah etmeye çalıştığımız ayet, yani Hucurât Sûresi’nin 10. âyeti bunu ifade etmektedir. Bu ayeti daha iyi anlayabilmek için bir önceki ayeti de okumamız gerekmektedir. Rabbimiz, bu ayetin bir öncesinde şöyle buyurur:

وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِنْ بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِنْ فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ

“Mü’minlerden iki grup şayet birbirleriyle savaşacak olurlarsa (bu durumda) onların aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Şayet (Allahın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle ıslah edin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”  (Hucurat, 9)

Müminler, asıl itibariyle kavga eden, sürekli ihtilaf yaşayan ve her daim problem üreten insanlar değillerdir. Ama insan olmanın bir gereği olarak ihtilaf etmek özümüzde vardır; zira Allah bizleri ihtilaf edebilecek bir yapıda yaratmıştır.

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ

 “Rabbin dileseydi, insanları (hiç anlaşmazlığa düşmeyen) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı…(Hûd, 118, 119)

Üstat Mevdûdî, Hucurat Sûresi’ndeki bu ayet-i kerimeye kendi özgü üslup ve anlayışıyla mükemmel bir yorum getirmiş ve asıl itibariyle müminlerin vuruşan, kavga eden ve ayrılık yaşayan kimseler olmadığını; aksine bunun bazı istisnaî durumlarda ve belirli insanlar arasında olabilecek bir konu olduğunu ifade ederek şöyle demiştir:

“Burada, müslümanlardan iki taife ‘vuruştuklarında’ değil, ‘vuruşurlarsa eğer’ denilmiştir. Bu ifade biçiminden müslümanlar arasında bir savaşın çıkmasının, müslümanların birbirine düşmelerinin tabii ve olağan olmadığı anlaşılmaktadır. Fakat böyle bir olay vuku bulursa eğer, bu konuda nasıl bir tavır alınacağı ortaya konulmaktadır. Ayrıca ayette ‘Fırka’ yerine ‘Taife’ kelimesi kullanılmaktadır. Arapça’da ‘Fırka’ kelimesi büyük bir kitleyi tanıtmak için, ‘Taife’ kelimesi ise, küçük bir topluluğu tarif etmek için kullanılır. Bu kullanımdan, Allah nezdinde müslümanların aralarında büyük kitleler halinde çarpışmalarının hoş karşılanmayacağı ve bunun çok çirkin bir olay olduğu anlaşılmaktadır.”[15]

Üstadın bu tespiti gerçekten de çok latîf ve çok hoştur. Bu tespiti ile Üstat, Müslümanların asıl itibariyle topluca ve kitleler halinde birbirlerine düşen insanlar olmadığını; ama tıpkı diğer insanlar gibi, insan olmalarından kaynaklı bazı zamanlarda anlaşmazlıklar yaşayabileceklerini ifade etmiştir.

Buradan hareketle bizlerin anlaşmazlığa düşmeyi çok abes bir şeymiş gibi görmemesi gerekir.

Burada çok önemli bir hususun altını çizmek istiyoruz: İnsanlarla ihtilafa düşmek veya onlarla anlaşmazlık yaşamak asıl itibariyle problem değildir; zira insan olan anlaşmazlık yaşayabilir. Bizce asıl problem ihtilaf ve anlaşmazlıkları çözememektir. Bir insan eğer insanlarla anlaşmazlık yaşadığında onu halledip çözüme kavuşturamıyorsa, işte o adam problemli bir adamdır. Unutmamak gerekir ki, Allah’ın Rasûlü bile bazen eşleriyle problem yaşamıştır. Hatta birbirlerine küsmüşler, belirli bir süre konuşmamışlardır. Ama neticesinde en hayırlı yollarla bu problemleri halletmişler ve tüm insanlığa örnek olacak bir hayat sürdürmüşlerdir.

Ashabı da böyledir. Rasulullah’tan sonra ümmetin en hayırlı insanları olan Ebu Bekir ve Ömer bile, sesleri aşırı derecede yükselecek şekilde birbirleriyle tartışmışlar ve bazı konularda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Ama bu anlaşmazlıklarını en güzel yollarla halletmişler ve asla kalplerinde kin kalmayacak şekilde meselelerini çözüme kavuşturmuşlardır.

Bizler de bu gerçeği göz önüne alarak etrafımızdaki kardeşlerimizle ihtilaf yaşayabileceğimizi ön kabulle kabul etmeli ve bu vuku bulduğunda sanki olmaması gerekiyormuş gibi ortalığı velveleye vermemeliyiz. Problem nasıl çözülür, bunun yollarına bakmalıyız.

Ara Buluculuğun Fazileti

Rabbimiz, müminlerden iki gurubun veya iki insan topluluğunun birbirine düşebileceğini bildirmiş ardından da onların kardeşleri olan bizlere, onların aralarını bulmayı emretmiştir. Yani müminlere düşen arabuluculuk yapmak, ıslahatçı bir tavır takınmaktır. Bu gerçekleştiğinde Allah’ın rahmeti de gerçekleşecek ve gerek dünyada gerekse ahirette biz müminlere merhamet kapıları açılacaktır.

O halde Allah’ın merhamet kapısından içeri girmek istemez misin?

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْأَنْفَالِ قُلِ الْأَنْفَالُ لِلَّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin ve Allah ve Rasûlüne itaat edin.” (Enfâl, 1)

Kardeşlerinin arasını bulmaya gayret eden bir mümin, Rabbinin hem Hucurat Sûresi’ndeki, hem de bu ayetteki emrini yerine getirmiş olacağı için büyük bir amel işlemiş ve karlı bir kazanç elde etmiş olmaktadır. Farz olan bu emri eda ettiğinden dolayı Allah kendisine öncelikle rahmet edecek ardından da büyük bir ecirlerle mükâfatlandıracaktır. Eğer diğer şartları da yerine getirir ve engelleri ortadan kaldırırsa inşâallah rahmet diyarı olan cennete girmeye hak kazanacaktır.

Bu amelin çok ecir getiren bir iş olduğunun birçok delili vardır. Bunlardan bir tanesi de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözüdür:

“Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?” Ashab: “Evet (Ey Allah’ın Rasûlü, söyleyin!)” dediler. “İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır.”[16]

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in diğer bir hadisinde ise iki kişinin arasını adaletle ıslah etmenin sadaka olduğu ifade edilmiştir:

“İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.”[17]

Kardeşlerimizin arasını düzeltmeye çabaladığımızda sırf bu çabamızın neticesi olarak –onların arası ister düzelsin ister düzelmesin– Allah’ın rahmetini elde etme imkânı bulacağız. Bununla birlikte bir de sadaka ecri alacağız. Bu gerçekten de büyük bir lütuf değil midir? Tıpkı bir taşla iki kuş vurmaya benzer. Hem Allah’ın rahmeti, hem de sadaka ecri…

Bunu bilen bir insan artık kardeşlerinin arasını düzeltmekten geri kalabilir mi? O halde haydi araları bozuk olan kardeşlerimizin aralarını düzeltmeye!..

Ara Buluculuk Yapan Yalan Söylemiş Olmaz

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

* “İki müslümanın arasını düzeltmek için iyi sözler taşıyan kimse yalan söylemiş olmaz.”[18]

* “İnsanların arasını düzelten ve bu nedenle iyi sözler taşıyıp hayır konuşan kimse yalancı değildir.”[19]

* Ümmü Gülsüm binti Ukbe şöyle demiştir: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üç şeyden başka bir şeyde yalan söylemeye izin verdiğini duymadım. Rasû­lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyururdu: 1- Ara düzeltmek gayesiyle söz söyleyip de insanların arasını bulan kimseyi, 2-(Düşmanı mağlub et­mek için) harbte (yalan) söyleyeni, 3- Karısına (yalan) söyleyeni ve kocası­na (yalan) söyleyen kadını, ben yalancı saymam.[20]

Bu hadisler, sırf kardeşlerimizin arasını bularak İslam toplumunun zayıflamasını engellemek için kimi aslı olmayan sözleri onlara aktarmamızın caiz olacağını ifade etmektedir. Örneğin dargın olan iki kardeşimizden birisinin yanına gittiğimizde, öteki kardeşimiz aslında kendisine selam göndermediği halde “Falanca sana selam gönderdi” demek yalan değildir. Aynı şekilde aslında böyle bir şey demediği halde “Falanca seninle darıldığına çok pişman olduğunu söylüyor” demek yalan sayılmamaktadır.

Tabii ki buradaki yalan meselesi kimi âlimlere göre açık yalanları değil, tevriye ve ta‘rizi, yani karşı tarafın farklı anlayacağı doğruları kapsar. Bu âlimler demişlerdir ki: Müslüman öyle bir konuşmalı ki, söylediği asıl itibariyle doğru olmalı; ama karşı taraf bununla başka bir mana anlamalıdır. Böyle olduğunda, bu kişinin yaptığı her ne kadar karşı tarafın farklı anlamasına neden olsa da, hakikatte yine doğru olmaktan çıkmayacaktır. İşte bu yalan sayılmayacaktır.

Bizler öyle veya böyle sırf kardeşlerimizin arasını bulmak ve bu sayede İslam binasının temellerini korumak için böyle bir metoda başvuracak olsak bununla yanlış bir iş yapmış olmayız; aksine bununla yine Rabbimizin rızasına uygun ve O’nun rahmetine vesile olan bir iş yapmış oluruz.

 Bir Uyarı

Aralarında anlaşmazlık ve ihtilaf olan kimi insanlar, bu problemlerini çözmek için Allah’ın kanun ve kurallarına değil de, kendileri gibi yarınından haberi olmayan, bilgisiyle her şeyi kuşatamayan ve hakikatte acziyet içerisinde olan insanların kanunlarına müracaat etmektedirler. Niye böyle yaptıkları kendilerine sorulduğunda ise, ihtilafları çözüme kavuşturarak insanların arasını bulmanın Allah’ın bir emri olduğu söylemektedirler. Bu, bir hakikatten çıkarılmış hatalı bir sonuçtur ve son derece sakat bir çıkarımdır. Rahmete nail olalım derken, bir anda bizi azabın içerisine yuvarlayacak bir girişimdir. Çünkü Allah bizlere kardeşlerinizin arasını ıslah edip düzeltin, derken bununla bu işi istediğiniz gibi yapın, manasını kastetmemiştir. Aksine Allah, Kur’an’ın diğer ayetlerinden anladığımıza göre bunu kendi kuralları içerisinde yapmamızı murâd etmiştir.

وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فٖيهِ مِنْ شَیْءٍ فَحُكْمُهُ اِلَى اللّٰهِ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّٖى عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُنٖيبُ

Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte o, benim Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yönelirim.” (Şûra, 10)

 

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرٖيدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُوا اَنْ يَكْفُرُوا بِهٖ وَيُرٖيدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعٖيدًا

“Sana indirilen Kur’ân’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Onlar,  inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu hâlde Tâğûta muhâkeme olmak (onun kanunlarıyla yargılanmak) istiyorlar. (İsin aslı) şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisâ, 60)

Her konuda Allah’ın kurallarına uyalım ve her meselemizi O’nun buyrukları doğrultusunda çözelim. İşte o zaman rahmete nail olmamız söz konusu olacaktır.

Aman Dikkat!

Müminlerin arasını ıslah etmek sadece onları barıştırmakla bitecek bir şey değildir. Çünkü haklıyla haksızı ortaya çıkarmadan, kim suçlu kim suçsuz tayin etmeden sadece barıştırmakla yetinmek, genellikle kalplerde yer eden kin ve nefret duygularını söndürmemektedir. Böylesi bir barıştırmanın kalplerdeki tesiri fazla uzun sürmemekte ve çok kısa bir süre sonra gönüllerde yer eden olumsuz duygular tekrar galeyana gelerek yeni bir kavgaya, yeni bir tatsızlığa insanları sürüklemektedir. Bu nedenle iman edenler arasında bir problem meydana geldiğinde, ilim ehli veya dirayet sahibi âdil kimseler gibi ıslaha yetkili mercilerin onları kucaklaştırıp olayın üstünü örtmek yerine, aralarında cereyan eden tatsızlıkları önce tespit etmesi ardından da “sen haklı, sen de haksızsın” diyerek ortadaki zulmün adını koyması gerekmektedir.

Bu şekilde insanların kalpleri yatışacak ve maruz kaldıkları zulüm ve haksızlıklar bertaraf edilecektir.

Ayeti dikkatlice okuduğumuzda da bu sonucu çıkarmamız zor değildir. Ayette Rabbimiz, bizden kavgalılar arsında sadece barıştırma yapmamızı istememekte; bununla birlikte onlardan haklı olanla haksız olanı ortaya çıkarmamızı murâd etmektedir. İslam âlimleri de bunun böyle olması gerektiğini kitaplarında beyan etmiştir.

Bu gün insanlar arasında meydana gelen tatsızlıkların tekrar etmesinin altında yatan en büyük nedenlerden bir tanesi, kuşkusuz ki bu konudaki hatadır. Maalesef ki insanlar ihtilaf edip tatsızlık yaşadıklarında, birileri gelerek hemen onları birbirleriyle kucaklaştırmakta ve kimin haklı kimin haksız olduğunu ortaya çıkarmadan olayın üstünü örtmektedirler. Elbette ki bunu art niyetle yaptıklarını söylemek doğru değildir. Belki de çok halisane niyetlerle onları barıştırmaktadırlar; ama bu ileride daha büyük ihtilafların yaşanmasına zemin hazırlayabilecek bir hatadır.

Haklı haksız ortaya çıkarılmadığında bu, genellikle mazlumun aleyhine dönmekte, zalim olan tarafın da zulmünü artırmasına neden olmaktadır. Ve yine haksız ortaya çıkarılmadığında bu, haklı olup mazlum pozisyonuna düşen tarafın içine kapanmasına, haksızın da daha fazla cesaretlenerek haddi aşmasına neden olabilmektedir. Oysa zalim tarafa “Sen haksızsın!” denildiğinde bu, insanlar tarafından o kişiye karşı daha dikkatli olunması gerektiğini ortaya koyacaktır. O zaman o zalim, zulümde ilerleme kaydedemiyecektir.

Müslümanlar bu noktaya çok dikkat etmeli, ıslah edeceğiz derken daha büyük ifsatlara yol vermemelidirler.

Bu Ayetle Nasıl Amel Edebilirim?

İzahını yapmaya çalıştığımız bu âyet, kendisiyle amel ettiğimiz takdirde bizleri Allah’ın rahmetine mazhar kılacaktır. Bu rahmete erişebilmemiz için bizlerin;

● Her şeyden önce aynı inanca sahip olduğumuz insanları “kardeş” bilmesi,

● Eğer nesepten kardeşlerimiz iman ehli değilse, nesep bağı olmayan iman ehli o kardeşlerimizi kendilerinden üstün tutması,

● Aralarında meydana gelen ihtilaf ve problemleri çözmeye çalışması,

●Eğer çözme kabiliyetimiz yoksa en azından çözebilecek mü’min kimselere götürmesi,

● Bu problemleri çözerken yıkıcı değil, yapıcı olması,

● Çözüm için beşerî kanunları değil, İlahî kanunları esas alması,

●Ve mutlaka haklı olanla haksız olan tarafı ortaya çıkarması gerekmektedir.

İşte biz bunlara riayet etmeye çalıştığımız zaman Allah’ın izni keremiyle hem dünyada hem de âhirette ilahî rahmete nail olacak ve kardeşlerimizle kardeşliğin nasıl bir rahmet vesilesi olduğunun farkına varacağız.

Ne mutlu kardeşlerini kardeş bilerek rahmete erişen kullara!

 

Faruk Furkan

 

 



[1] Bkz. Tefhîmu’l-Kur’an, 6/183.

[2] Bkz. el-Cami‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, 17/308.

[3] Şer’an suç işlediği ispat edilen ve cezayı hak eden birisine aracılık yapmak gibi bazı hususlar bundan istisna edilmiştir. Bunlarda arabuluculuk yapmaya kalkışmak caiz değildir. Rasûlullah  ashabından bazılarının hırsızlık yapan bir kadına aracılık etmelerine kızmış ve bunun, bizden önceki kavimleri dalalete sürükleyen unsurlardan birisi olduğunu vurgulamıştır. (bkz. Buharî, 6788)

[4] Buhârî, Edeb 27, 41; Müslim, Birr 66.

[5] Buhârî, Edeb 57, Ferâiz 2; Müslim, Birr 23.

[6] Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57-58, 62; Müslim, Birr 30-32.

[7] Tirmizî, Birr 18.

[8] Tirmizî, Birr 25; Müslim, Münâfıkun 65.

[9] Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34.

[10] Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58.

[11] Müslim, Birr 32.

[12] Buhârî, Edeb 57, 62, Müslim, Birr 25.

[13] Ebû Dâvud, Edeb 55.

[14] Müslim, Birr 35; Ebû Dâvud, Edeb 55.

 

[15] Bkz. Tefhîm, 5/440.

 

[16] Dâvud, Edeb, 58.

[17] Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56.

[18] Dâvud, Edeb, 58.

[19] Dâvud, Edeb, 58.

[20] Dâvud, Edeb, 58.

Okunma Sayısı:5210