“Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak selâm verin.” (24/ Nur, 61)

BİRİNCİ İPUCU: “İstiğfarda Bulunmak”

RAHMETLİ OLMANIN İPUÇLARI -1-

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

BİRİNCİ İPUCU:

“İstiğfarda Bulunmak”

 

---GİRİŞ---

 

RAHMETLİ İYİ ADAMDI!

Yaşadığımız şu toplumda bir zât vefât edecek olsa, insanların geneli onun durumunun nasıl olduğunu hiç tahkik etmeden hemen “Rahmetli iyi adamdı!” diyerek hakkındaki kanaatlerini bir çırpıda bildiriverirler; ama acaba bu adam gerçekten de rahmete nâil olacak bir hayat sürdürmüş müdür veya diğer bir deyişle bu adam gerçekten de rahmetli midir, bunu araştırmaz ve sorgulamazlar. Oysa bir insan vefât ettiği zaman mutlaka onun İslam’a uygun bir yaşantı sahibi olup-olmadığı; Allah’ı, peygamberi ve âhireti dikkate alarak yaşayıp-yaşamadığı sorgulanmalıdır. Bunlar hakkında net bir kanaate varmadan “Rahmetli iyi adamdı!” deyip meseleyi geçiştirmek, en azından konuştuğu her şeyden hesaba çekileceğini bilen insanlar için uygun bir tutum değildir.

Bu böyledir; ama bizim bu yazıda ele almak istediğimiz konu bu değildir. Bu nedenle bunun üzerinde hiç durmayacağız.

Bizim burada asıl yapmak istediğimiz şey gerek yaşarken, gerekse öldükten sonra hakikî manada bizleri rahmetli yapacak, rahmete müstahak kılacak amellerin neler olduğunu tespit etmek ve gerçek anlamda Allah’ın rahmetini üzerimize yağdıracak işlerin hangi işler olduğunu saptayabilmektir. Bunu becerdiğimizde, işte o zaman sözde değil, özde rahmetli olacak ve insanların, vefât ettiğimiz zaman bizler için “rahmetli” demelerini haklı çıkaracağız.

Bilindiği üzere kimse “rahmetli” denildiğinde –sırf bu söz nedeniyle– Allah katında rahmetli oluvermiyor; aksine onun rahmetli olması için ortaya koyduğu sâlih amellere ve üzerinde bulunduğu hayat tarzına bakılıyor. Bunlar eğer gerçekten de Allah’ın rahmetini îcap ettiren işler ise, o zaman bu adam Allah katında rahmetli oluyor. İşte bundan dolayı bizim, öncelikle hangi amellerin bizleri rahmete müstahak kılacağını tespit etmesi, ardından da titizlikle bunları yerine getirmesi gerekmektedir.

İnşâallah biz bu yazı serimizde Kur’ân ve Sünnet’te bizler için Allah’ın rahmetine sebep gösterilen amelleri gücümüz nispetinde tespit etmeye, sonrasında da bunlarla nasıl amel edebileceğimizi ortaya koymaya çalışacağız.

Rabbim şimdiden burada tespit edeceğimiz amellerle bizleri âmil eylesin ve bunları işlemeyi bizlere kolay kılsın.

Şimdi haydi, rahmetli olmaya!..

***  ***  ***

Rabbimiz şöyle buyurur:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ فَإِذَا هُمْ فَرِيقَانِ يَخْتَصِمُونَ قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 “Doğrusu Biz Semud kavmine, kardeşleri Salih’i ‘Sadece Allah’a kulluk edin’ (diye tebliğ yapması için bir elçi olarak) göndermiştik. (O, bu görevi yerine getirince) hemen birbiriyle çekişip duran iki (düşman) gurup oluverdiler. Salih onlara şöyle dedi: Ey halkım! İyilikleri arzu edeceğiniz yerde, ne diye bir an önce kötülüğü istersiniz? Rahmete nâil olmanız için istiğfâr etmeli/Allah’tan bağışlanma dilemeli değil misiniz?(Neml, 45, 46)

Bu ayet, Rabbimizin rahmetine nail olabilmenin bir ipucunu bizlere sunmaktadır. Bu ipucu, ayetin sonunda Sâlih aleyhisselâm’ın dili ile ifade edilen ve Allah’tan bağışlanma dileme anlamına gelen “istiğfâr”dır.

İstiğfar konusunda söylenecek gerçekten de çok söz vardır. Ve bundan dolayıdır ki ulema bu konuda müstakil eserler telif etmiş, cilt cilt kitaplar yazmıştır; ama biz lafı çok fazla uzatarak diğer rahmet ipuçlarını öğrenmekte geç kalmamak için bu konuda söylenmesi gereken olmazsa olmaz diyebileceğimiz şeyleri söyleyecek ve hızlı bir şekilde diğer ipuçlarını yakalamaya çalışacağız.

İstiğfarda bulunmak, Allah’ın rahmetine vesile olan, hatta bu vesileler içerisinde belki en önemli yeri işgal eden bir eylemdir; zira insanın ortaya koyacağı hiçbir amel, Allah’ın affı ve mağfireti olmadan kendisine hiçbir fayda vermez. Kul, eğer Allah tarafından affedilmezse hangi ameli işlemiş olursa olsun Allah muhafaza cehenneme gider. Onu cehennemden kurtaracak yegâne amel, imandan sonra –ki aslında iman da Allah’ın şirkten affıdır– Allah’ın bağışı, affı ve mağfiretidir. Diğer ameller, bu affa vesile olduğu için önemlidir.

Hz. Ali’nin şöyle dediği nakledilmiştir:

“Dünyada Allah Teâlâ’nın azâbından kurtulmanın iki yolu vardır:

1- Rasûlullah ’in varlığı.

2- İstiğfâr/Allah’tan af dileme. Şu âyet bunun delilidir:

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنْتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

“Sen onların içlerinde bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratacak değildir. Onlar bağışlanma dileyip dururken, Allah kendilerine azab etmez” (Enfâl, 33)

Rasûlullah vefat ettiğine göre, bizim Allah’ın azabından korunmamızın geriye tek bir yolu kalıyor, o da istiğfar…

Allah’ın Rasûlü  bile peygamber olmasına rağmen günde onlarca, hatta yüzlerce kez Allah’tan af diliyorsa, bizim gibi günahkâr ve hatalı kulların çok daha fazla dikkatli, çok daha fazla hassas olması gerekmektedir. Rasûlullah  şöyle buyurur:

“Vallahi ben, günde yetmiş defadan daha fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler, ona tövbe ederim.”[1]

Diğer bir rivayet ise şöyledir:

“Ey insanlar! Allah’a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tövbe ederim.”[2]

İşte bu nedenle istiğfârı önemsemeli, ona gereken ilgiyi göstermeli ve Allah’ın bizden istemiş olduğu şekliyle ona yönelmeliyiz. Bunun becerdiğimizde inşâallah Allah’ın affına bir adım daha yaklaşacak ve Rabbimizin bağış meltemini üzerimize estirmiş olacağız. Allah şimdiden bizleri ve sizleri, annelerimizin bizleri doğurduğu ilk günkü gibi günahsız ve hatalardan arınmış kullarından eylesin. (Âmîn)

Günahtan Af Dilemek Farzdır

Günahlardan af dilemek anlamına gelen istiğfâr, Allah’ın biz Müslümanlara farz kıldığı bir ameldir; çünkü Kur’an’da birçok ayette Rabbimiz kesin bir dille bu işi yapmamızı bizden istemiştir. Allah bir şeyi kesin bir dille bizden istediğinde, aksi bir delil olmadığı sürece bunun İslam’daki karşılığı onun “farz” olmasıdır. O halde günahlarımızdan dolayı Allah’tan bağışlanma talebinde bulunmamız biz Müslümanlara farzdır. Rabbimiz şöyle buyurur:

اِسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْه  

“Rabbinizde istiğfârda bulunun/bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin…” (Hud, 3)

وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ

“Allah’tan bağışlanma dileyin, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Müzzemmil, 20)

أَفَلَا يَتُوبُونَ إِلَى اللَّهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

“Hâlâ Allah’a tevbe edip O’ndan mağfiret istemeyecekler mi? (Oysa) Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Maide, 74)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا

“Ey müminler! Allah’a tevbe-i nasûh ile tevbede bulunun/içtenlikle, samimiyetle tevbe edin.” (Tahrim, 8)

Tüm bu ayetler Allah’tan af dilememizin, yani istiğfârın Allah’ın bizlere bir emri olduğunu bildirmektedir. Son ayette ise istiğfârla aynı anlamda olan ve biraz sonra istiğfârla arasındaki farkı izah edeceğimiz tevbenin emri vardır.  Yani tevbe de tıpkı istiğfâr gibi Rabbimizden bize bir emirdir.

Son âyet sadece tevbeyi emretmekle de kalmamış, aynı zamanda bunun nasûh bir tevbe olmasını vurgulamıştır.

Acaba nedir tevbe-i nasûh?

Tevbe-i nasûh Hz. Ömer ’a göre, sütün sağıldıktan sonra tekrardan memeye dönmemesi gibi, işlenilen günaha bir daha dönmemek üzere yapılan tevbe demektir. Müslüman bir kul günah işlediğinde –ki hepimiz günah işlemeye meyyal bir fıtratla yaratılmışız– hemen Rabbine yönelmeli ve bir daha asla o günaha dönmeme kararında olmalıdır. Önemli olan bu kararda olabilmektir. Kişi bu kararda olduğu sürece o hatayı onlarca kez işlese de Allah’ın onu affetmesi umulur. “Bu gün af diledim, yarın tekrar yapabilirim” mantığıyla ortaya konulan tevbeler, asla tevbe-i nasûh değildir. Hatta böylesi bir girişim bırakın tevbe-i nasûh olmasını, tevbe bile değildir; çünkü biraz sonrada izah edeceğimiz üzere tevbenin şartlarından bir tanesi de, günaha asla dönmeme kararı ile Allah’tan af dilemektir. Bir insan bu şarta riayet etmediğinde onun tevbesi asla tevbe olmayacaktır.

İstiğfar İle Tevbenin Farkı

İstiğfarın “tevbe” kelimesi ile çok sıkı bir bağlantısı vardır. Hatta birçok yerde tevbe kelimesi ile aynı anlamda kullanılmıştır. Aralarında çok basit ve küçük bir fark vardır ki, bunu da İbn-i Kayyım ve benzeri âlimler şu şekilde izah etmişlerdir:

Eğer tevbe kelimesi ile istiğfâr kelimesi aynı cümle içerisinde kullanılırsa bu durumda istiğfâr “Önceden işlenen günahlardan dolayı Allah’tan af dilemek” manasına; tevbe ise “İleride işlenilmesinden korkulan günahlardan dolayı Allah’tan şimdiden bağışlanma dileme” anlamına gelir. Ama ayrı ayrı cümlelerde kullanılırlarsa, bu durumda her ikisi de aynı manayı, yani Allah’tan af dilemeyi ifade eder. Bu nedenle biz istiğfâr meselesini ele alırken aynı zamanda tevbe konusunu da ele almış olacak ve anlattıklarımızı her iki meseleye de şamil kılacağız.

Günahtan Hemen Af Dilemek Farzdır

İşlenilen her günahtan dolayı fevrî olarak, yani hiç beklemeksizin, biran önce af dilemek gerekir. Bu, tüm ulemanın ittifakı ile farzdır. Dolayısıyla bir günaha düştükten sonra hemen af dilenmezse, bu başka bir günah sebebi olur ki, bundan da tevbe etmek gerekir.

Günaha düşülünce hemen af dilenmesinin gerekli olduğunun birçok delili olmakla birlikte en güçlüsü Rabbimizin şu ayetidir:

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللَّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَرِيبٍ فَأُولَئِكَ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الْآَنَ وَلَا الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا

“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbesini kabul eder.  Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ‘ben şimdi tevbe ettim’ diyen ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek bir) tevbe yoktur. Onlar var ya, işte Biz onlar için acı bir azab hazırladık.” (Nisa, 17, 18)

Bu ayette Rabbimiz, ancak günaha düştükten sonra tez elden ve beklemeksizin af dileyenlerin tevbesinin kabul edileceğini bildirmektedir. Günaha düştükten sonra tez elden tevbe etmeyenlerin affedilip-affedilmeyecekleri, muallak bir konu olup Allah’ın dilemesine (meşîetine) kalmıştır; bundan sonra isterse affeder, isterse azap…

Dolayısıyla tevbelerimizin kabul edilmesini askıda bırakmamak için kesinlikle geciktirmeksizin, tez elden Allah’tan af dilememiz gerekir. Hem de ısrarcı bir dilencinin, zengin gördüğü bir kimseden bir şeyler dilenmesi, bir şeyler istemesi gibi, hatta daha da ısrarla… Aksi halde Allah’ın huzuruna birçok günah, birçok kusur ve birçok hatayla gitmemiz söz konusudur ki, O’nun huzuruna bu şekilde gitmek bile, affettirme imkânını değerlendirmediğimiz için bizlere bir zül olarak yeter. Bu duruma düşmemek için Allah’tan af dilememizi asla geciktirmememiz gerekir. Aksi halde:

a- Sırf geciktirilmesinden kaynaklanan kabul edilmeme tehlikesi,

b-Ölümün ne zaman geleceği belli olmadığı için Allah’ın huzuruna günahkâr olarak gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalırız.

Bu riske düşmemek için işlemiş olduğumuz günahlardan dolayı fevrî olarak tevbe etmeyi ihmal etmememiz gerekir.

Tevbenin Şartları

Allah’tan af dilemenin, yani tevbe ve istiğfârın her ibadetin olduğu gibi kendisine özgü bir takım şartları ve riayet edilmesi zorunlu olan bir takım kuralları vardır. Kul, eğer bu şartlara riayet ederse bu durumda Allah’ın onu affetmesi söz konusu olur; ama şayet bu şartlara riayet etmezse o zaman affedilmenin bir garantisi olmaz ve mesele Allah’ın dilemesine (meşîetine) kalır, bundan sonra isterse affeder, isterse affetmez.

Ama şunu hiç unutmamak gerekir ki, işlerini garantiye almayıp askıda bırakanlar hem dünyalık işlerinde hem de ahiretlik meselelerde mutlaka hüsrana uğrar, akıl almaz kayıplar yaşarlar. Hüsrana uğrayanların da rahmet ummaları, susuz çöle serap görenlerin suya kavuşma ümidi beslemelerine benzer. Hülyalarda gezmek yerine realiteyi yaşamak ve gerçeği görmek gerekir.

Ne mutlu gerçeği gören ve hakikati yaşayanlara!

İslam âlimlerinin belirttiğine göre tevbe ve istiğfârın 3 şartı vardır. Lakin bu, Allah’a karşı işlenen hatalarda olup kul hakkını ilgilendirmeyen meselelere özgüdür. Eğer konu kul hakkıyla alakalı ise o zaman şartlar biraz daha ağırlaşır.

Allah’a karşı işlenen günahlardaki şartlar şu şekildedir:

1. O günahı bırakmak. (Terk)

2. Allah için pişmanlık duymak. (Nedâmet)

3. Bir daha yapmamaya karar vermek. (Azm)

Tahkik ehli bazı âlimler ise bu şartlara, her amelin kabul şartı olan “ihlâs”ı ve “tövbenin kabul edilen bir zaman zarfı içerisinde olma” şartını da eklemişlerdir ki, bu durumda tevbenin şartları 5 olmuş olur.

Bu son iki şartın, Kur’ân ve Sünnetten birçok delili vardır. “İhlâs” şartının delilini zikretmeye gerek yoktur; zira o, her amelin kabul şartıdır.

“Tevbenin kabul edilen bir zaman zarfı içerisinde olma” şartının delili ise Rabbimizin, üst satırlarda da zikrettiğimiz şu ayetidir:

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الْآَنَ

 “Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ‘ben şimdi tevbe ettim’ diyenler… için (kabul edilecek bir) tevbe yoktur.” (Nisa, 17, 18)

İşte bu beş şart, tevbenin kabul edilmesinin olmazsa olmaz şartlarıdır. Eğer bu şartlardan birisi eksik olursa, bu durumda tevbe geçerli olmaz.

Buraya kadar zikrettiklerimiz kul hakkıyla alakası olmayan ve sadece Allah’a karşı işlenen kusurlarla alakalıdır. Mesele eğer kul hakkına taalluk ederse, o zaman şartlar biraz daha ağırlaşır. Bu durumda üstte saydığımız tüm şartların tahakkuk etmesinin yanı sıra bir de kul hakkından arınıp kurtulmak söz konusu olur. Bunun da birkaç şekli vardır:

a) Eğer bu hak, mal ve benzeri bir şeyse, onu sahibine geri vermek gerekir.

b) Şayet “zina etti” veya “hırsızlık yaptı” demek suretiyle iftira atmak gibi bir suç ise ve bu da bir ceza görmeyi gerektiriyorsa, bu durumda hak sahibine kendisini cezalandırma yetkisi verir veya ondan kendini bağışlamasını (helallik) talep eder.

c) Eğer birinin gıybetini yapmak gibi İslam’da kendisi için belirlenmiş had cezası olmayan bir suç ise, o zaman o kimseden af diler, helallik talep eder.

Gıybet, Müslümanların arasının bozulmasına ve fitneye sebebiyet verdiği için ondan helallik dilenip-dilenmeyeceği meselesi, İslam âlimleri arasında tartışmalı bir konudur. Bu noktada âlimlerimiz iki gruba ayrılmışlardır:

1) Kesinlikle helalleşmek zorunludur görüşünde olan âlimler,

2) Helalleşmek zorunlu değildir görüşünde olan âlimler.

Helalleşmenin zorunlu olmadığını düşünen âlimler şöyle bir ayırıma gitmişlerdir:

a) Eğer gıybeti yapılan kimse gıybetinin yapıldığını biliyorsa helallik dilemek, birinci grupta yer alan âlimlerin dediği gibi zorunludur.

b) Şayet gıybeti yapılan kimse, kendisinin gıybetinin yapıldığını bilmiyorsa, o zaman helallik dilemeye gerek yoktur. Çünkü helallik dilenmesi durumunda o Müslümanın, gıybetini yapan kardeşine karşı bir kin besleme durumu söz konusu olur ki, bu, Müslümanlar arsında bir bölünme ve tefrikaya kapı aralar. Bölünme ve tefrikanın mefsedeti/zararı daha büyük olacağı için böylesi bir pozisyonda gıybeti edilen şahıs adına gıyabında eleştirildiği ve arkasından konuşulduğu yerlerde bolca iyiliklerinden bahsedilip hayırla anılarak hakkında oluşan kötü imaj bertaraf edilmeye çalışılır. İnsanların olmadığı yerlerde de Allah’tan onun için gıyaben af dilenir. Efendimiz’den nakledilen sened bakımından zayıf bir hadis de bunun delilidir. Rasûlullah  o hadisinde şöyle buyurur:

 “Gıybetini yaptığın kimsenin (gıybet) günahının kefareti, onun için bağışlanma dilemendir.”[3]

Maslahat-mefsedet dengesini göz önüne aldığımızda ―Allah yine de en iyisini bilir― bu son görüşün tercih edilmeye en elverişli olan görüş olduğunu söyleyebiliriz; zira bu sayede;

a) Müslümanların birliği muhafaza edilmiş olur.

b) Kalp kırgınlığının önüne geçilmiş olur.

İşte bu ve benzeri gerekçelerden ötürü gıybetini yaptığımız kardeşimiz eğer gıybetinin yapıldığını bilmiyorsa, ona bunu bildirmek yerine gıyabında bolca onun hayırlarından bahsetmemiz ve Allah’tan hem onun, hem de kendimiz için af dilememiz en uygun olanıdır.

Bu konuda daha etraflı bilgi isteyenlere “Vejetaryen Olmak İstiyoruz” adlı eserimizi tavsiye ederiz.

Allah bildiğimiz ve bilmediğimiz her türlü gıybet günahından bizleri af buyursun.

*** *** ***

Tevbe ve istiğfâr konusu başta da vurguladığımız gibi, gerçekten de çok uzun ve çok etraflı bir konudur. Biz, konumuz asıl itibariyle bu olmadığı için çok detaya giremeyeceğiz. Son olarak Allah’tan af dilemenin semerelerinden söz ederek konumuzu noktalayacağız.

Tevbenin Semereleri

Tevbe ve istiğfârda bulunmanın Kur’ân ve Sünnette bize bildirilen bir takım semereleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1-  Yağmur yağmasına vesile olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا

 “Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin...” (Hud, 52)

2- Bir topluluğun güçlenmesine sebep olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْه…)   (وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ

“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki… gücünüze güç katsın.” (Hud, 52)

3- Malların artmasına, çocukların verilmesine vesile olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ

 “(Nuh şöyle dedi: Rabbim ben onlara) dedim ki: Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin ve sizi mallarla, oğullarla desteklesin…” (Nûh, 10-12)

Ensar’dan bir şahıs Rasûlullah’a  gelerek:

― Ey Allah’ın Rasûlü! Henüz bir çocukla rızıklandırılmadım ve benim bir çocuğum olmadı, diye serzenişte bulundu. Bunu duyan Rasûlullah  adama:

Sen neden çokça istiğfârda bulunmuyor ve çokça sadaka vermiyorsun? Allah bunlar sayesinde sana çocuk ihsan eder, buyurdu.

Adam bu olaydan sonra çokça istiğfârda bulunmaya ve bolca sadaka vermeye koyuldu. Ardından tam 9 erkek çocuğu oldu…[4]

4- Zorluklardan ve sıkıntılardan kurtulmaya sebep olur. Rasûlullah şöyle buyurur:

“Bir kimse istiğfâra/Allah’tan af dilemeye devam ederse, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir...”[5]

5- Beklenmedik yerden rızıklanmaya vesile olur.  Rasûlullah şöyle buyurur:

Bir kimse istiğfâra/Allah’tan af dilemeye devam ederse (…) Allah ona hiç ummadığı yerden rızık verir.”[6]

Bu saydıklarımız, tevbe ve istiğfârın semerelerinden bazılarıdır. Tevbe ve istiğfârın elbette bunların haricinde de bildiğimiz veya bilmediğimiz birçok semeresi vardır. Allah’tan bu semerelere muvaffak olmayı temenni eder, bizi istiğfâr ehli kimselerden kılmasını dileriz.

Bu Âyetle Nasıl Amel Edebilirim?

İzahını yapmaya çalıştığımız Neml Sûresi’nin 46. âyeti de, aynı konuyla alakalı diğer ayetlerde olduğu gibi kendisiyle amel ettiğimiz takdirde bizleri Allah’ın rahmetine mazhar kılacaktır. Bizim bu rahmete erişebilmemiz için;

● Öncelikle –şayet varsa– şirk, küfür veya nifak gibi bizleri ebedî cehennemle karşı karşıya bırakacak inanç, söz ve amelleri terk ederek Rabbimizden bağışlanama dilememiz,

● Büyük küçük demeden hataya düştüğümüz her konuda Allah’tan bağışlanma talep etmemiz,

● Asla istiğfârı geciktirmememiz,

● Bu konuda öngörülen şartları istisnasız bir şekilde yerine getirmemiz,

● Dilimizi istiğfara alıştırmamız,

● Affedilmeye sebep olan amellere sıkı sıkıya sarılmamız,

● Rasûlullah’tan bize nakledilen istiğfar dualarını öğrenerek tevbemizin kabulünü hızlandırmamız gerekmektedir.

Rasûlullah’tan bize nakledilen istiğfar dualarından birisi ve kulun affedilmesinde en etkilisi, “Duaların Efendisi” anlamına gelen “Seyyidu’l-İstiğfâr” duasıdır. Kul bu duayı yaptığında Allah’ın izni ile affedilmesi umulur. Bu dua şu şekildedir:

اَللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ خَلَقْتَنيِ وَ أَنَا عَبْدُكَ، وَ أَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَ وَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ، أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ، وَأَبُوءُ بِذَنْبيِ فَاغْفِرْ ليِ فَإِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ

 “Allahım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka (hakkıyla ibâdete lâyık) hiçbir ilah yoktur. Beni, Sen yarattın ve ben Senin kulunum. Gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini ve günahlarımı kabul ediyorum. Beni bağışla. Şüphesiz günahları ancak Sen bağışlarsın.”[7]

Rasûlullah bu hadis hakkında şu müthiş müjdeyi vermiştir:

“Kim bu sözleri sabahladığı vakit içeriğine hakikaten iman ederek söyler de o gün ölürse, cennete girer. Kim de akşamladığı zaman içeriğine hakikaten iman ederek söyler de o gece ölürse cennete girer.”

Rasûlullah’tan bize nakledilen diğer bir istiğfar şeklide şöyledir:

اَللَّهُمَّ اغْفِرْ ليِ، وَارْحَمْنيِ، وَاهْدِنيِ، وَعاَفِنيِ، وَارْزُقْنيِ

“Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et, beni hidâyete erdir, bana âfiyet ver ve beni rızıklandır.”[8]

Efendimiz  bir kimse müslüman olarak huzuruna geldiğinde ona namazı öğretir ardından da bu kelimelerle duâ etmesini emrederdi.

İşte bizler, bu ve benzeri sayılan hususları yerine getirmeye çalıştığımızda Allah’ın rahmet meltemine doğru yelken açacak ve adım adım O’nun merhamet diyarına yol alacağız.

Ne mutlu hayatını istiğfar ile geçiren, günahlarına ağlayan ve kendilerini Allah’a bağışlatma çabasında olanlara!

 



[1] Buhârî, Daavât 3.

[2] Müslim, Zikir 42.

[3] Beyhakî, “Şuabu’l-Îman”, 6786.

[4] Müsnedu Ebî Hanîfe, 51.

[5] Ebû Dâvûd, Vitir, 26.

[6] Ebû Dâvûd, Vitir, 26.

[7]  Buhârî, 6306.

[8] Müslim, 2073.

Okunma Sayısı:5950