“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim, 6)

Kökü Yerde Sâbit, Dalları Göğe Uzanan Benzersiz Bir Ağaç: “Lâ İlâhe İllallah”

 


بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Rabbimiz, yüce kitabı Kur’ân-ı Kerim’de insanların akledip öğüt alması için türlü türlü misaller getirmiş, farklı farklı benzetmeler yapmış ve birbirinden güzel birçok darb-ı mesel bizlere anlatmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de insanların öğüt alması için verilmiş 40 küsür darb-ı mesel vardır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz; ama onları, ilim sahiplerinden başkası düşünüp anlamaz.” (Ankebut, 43)

Selef âlimlerinden bazıları Kur’ân’ın bu darb-ı mesellerinden birisini okuyup ne anlatmak istediğini hakkıyla kavrayamadığında ağlar ve “Eyvah! Demek ki ben ilim sahibi kimselerden değilmişim” diye üzülürmüş.

Evet, her insan Kur’ân’ın verdiği bu örneklendirmelerden kendisine pay çıkarmalı ve Allah’ın bununla ne anlatmak istediğini pek âlâ bilmelidir. Bu, kendisinde Allah’a karşı bir sorumluluk hisseden her kulun yapması kaçınılmaz olan bir görevdir. Her kul bu meselleri anlamakla görevli olmasına rağmen, bazıları bir takım bahaneler öne sürerek bunları anlamaya çalışmayacak veya en azından anlamak için kafa yormayacaktır. Bu örneklendirme ve darb-ı mesellere kafa yoracak olanlar −Rabbimizin de bildirdiği üzere− ancak aklını kullanan ve ilim sahibi olanlar olacaktır.

Bu kısa girişten sonra gelin; Rabbimizin, biz kullarının anlaması için İbrahim Suresi’nde verdiği bir örneklendirmeyi hep beraber düşünelim ve bu örneklendirmenin bizim hayatımıza ne gibi bir fayda sağlayacağını beraberce değerlendirelim.

Rabbimiz şöyle buyurur:

“Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. (İşte) Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.” (İbrahim, 24, 25)

Bu ayette Yüce Allah, güzel bir sözü ki bununla kastedilen “Lâ İlâhe İllallah” sözüdür bir ağaca benzetmiştir. Acaba bir ağaç ile “Lâ İlâhe İllallah”ın ne gibi benzer bir yönü olabilir?

Bu; kulların dinlemeleri, anlamaları ve gerektirdiği manalarla amel etmeleri için âlemlerin Rabbi tarafından verilmiş bir misaldir.

Şimdi ayeti okuduk, ne anlatmak istediğini yüzeysel olarak anladık; ama burada aklımıza bazı sorular takılıyor: Acaba “Lâ İlâhe İllallah” neden güzel bir söz olmakla nitelendirilmiş? Onun bir ağaca benzetilmesi ne anlama gelir? Ağacın kökünün yerde olması ve dallarının göğe doğru yükselmesi ne ifade eder? Her an meyve vermesi bizlere neyi anlatır?

İşte bu ve benzeri sorulara cevap arayarak Rabbimizin öğüt almamız için bizlere vermiş olduğu bu misali hep beraber anlamaya çalışacak ve eğer bunu becerebilirsek “ilim sahibi” olmaya hak kazanacağız; zira üsteki ayette de ifade edildiği üzere Kur’ân’da zikredilen örneklendirmelerden ancak ilim sahipleri öğüt alır. Allah bizi ve sizi Kur’ân’daki tüm örneklendirmeleri anlayan ilim ehli kimselerden eylesin. (Âmîn)

Bu ayette verilen darb-ı meselden anladığımız manalardan bazıları şunlardır:

1) Her şeyden önce bu kelime, güzel bir ağaca benzetilmiştir. Ağaç yalın görüntüsü ile değil, görkemliliği, meyveleri, gölgesi, yeşilliği, canlılığı ve tabiata verdiği cemali ile güzeldir. Kelime-i Tevhid’de tıpkı böyledir. Güzeldir; sahibine ve insanlığa güzellik verir. Söylenmesi, tekrar edilmesi, yaşanması, uğruna bir şeylerin feda edilmesi… hep güzeldir. Bu kelimeyi söyleyenlere dünyada ve ahirette hep güzellikler bahşeder. Aslına bakılırsa insan hayatına anlam katan tek bir şey vardır, o da bu mübarek kelimedir. Onsuz bir hayatın ne anlamı, ne kıymeti vardır ki? İnsanlar onun sayesinde değer kazanır, onunla izzet ve şeref bulurlar. O olmadan izzet ve şeref sahibi olmak ne mümkündür? Gözleri küfrün ve şirkin perdesi ile kapanmış olanlar her ne kadar bu hakikati göremeseler de “Lâ İlâhe İllallah” şehadeti insan hayatını değerli kılan tek unsurdur.

2) Ayet, bu güzel ağacın köklerinin yerde sabit ve perçinli olduğunu haber veriyor. Kökü sağlam olan bir ağaç sert rüzgârlardan ve şiddetli fırtınalardan asla etkilenmez. Her ne kadar rüzgâr o ağacın bazı yaprak ve dallarına zarar verse de, köklerine asla zarar veremez ve onu yıkamaz. Rüzgâr ve fırtına nasıl ki kökü yerde sabitleşmiş bir ağaca etki edemiyorsa, aynı şekil de aradan uzun zamanın geçmesi de o ağaca etki etmez. Aksine aradan uzun zamanın geçmesi o ağacın daha çok kök atmasını, daha çok perçinlenmesini ve daha çok derinleşmesini sağlar. Kelime-i Tevhid’de böyledir. Kökleri zamanla mümin bir kulun kalbinde sabitleşir ve derinleşerek artık yıkılmaz bir hal alır. Zaman geçtikçe daha da kuvvet kazanır. Sağda solda gezen batıl fikir rüzgârları, sapkın inanç fırtınaları onu asla etkileyemez. Bu rüzgârlar her ne kadar şiddetli eserse essin ona bir zarar veremez; zira o kökü yerde sabit olan bir ağaç gibidir artık...

3) Kimi zaman dağ gibi görkemli ağaçların çok hafif rüzgârlarla yıkıldığı görülür. Bilinmesi gerekir ki, koca koca ağaçları deviren rüzgârın güçlü olması değil, ağacın gövdesinin boş ve çürük olmasıdır. Eğer ağacın gövdesi güçlü olursa rüzgâr ne kadar kuvvetli eserse essin Allah’ın dilemesi müstesna o ağaca her hangi bir zarar veremez. Kelimei Tevhid’e gönül veren müminde böyledir. Eğer tevhide inandıktan sonra gövdesine Kur’ân’dan, zikirden ve tesbihattan bir şeyler koymazsa gün gelir tüm görkemliliğine rağmen yıkılır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) ne de doğru söylemiştir: “Kalbinde Kur’ân’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.”[1] Bu nedenle tevhide inandıktan sonra mümin bir kulun mutlaka Kur’ân, zikir ve tesbihat ile kalbini doldurması gerekmektedir.

4) Kökleri su almadığı zaman ağaç belirli bir müddet sonra kurumaya başlar. Yaprakları solar, dalları güçsüz kalır. Kelime-i Tevhid’de böyledir. Eğer Müslümanlar onu kanları ile sulamazlarsa o, günden güne zayıflar, kuvveti biter. Sonra çok hafif rüzgârlardan bile etkilenir duruma gelir. En sonunda ise akıbeti yıkılmaktır!

5) Ağacın meyvelerinin güzelliği ve dallarının büyüklüğü ancak köklerinin güçlülüğüne bağlıdır. Kök güçlü olup yerin derinliklerine ne kadar sağlam tutunursa gövde ve dallarda o oranda güçlü olur ve ona göre güzel meyve verir; kök zayıf olduğunda ise gövde ve dallarda zayıf olur. Meyvesini ise ya verir ya vermez. Bu, kaçınılmaz olarak böyledir. İşte Kelime-i Tevhid’de tıpkı bunun gibidir. Müminin kalbinde ne kadar güçlü ve köklü olursa dışarıya meyvesini o kadar bol ve güzel verir. Bu meyve müminde “güzel amel” olarak tezahür eder. Müminin hayatının her alanını kuşatır. Bu halette olan bir mümin artık özünde, sözünde ve fiillerinde sadık olur. Kelime-i Tevhid’in kendisine yüklediği her ameli en güzel şekliyle dışarıya vurur. “Meyve” mesabesinde olan güzel amelleri en güzel şekliyle işler. Bunun tersi olarak, eğer Kelime-i Tevhid müminin kalbinde hakkıyla kök atmamış ve zayıf kalmış ise o zaman “Tevhid ağacı” meyve vermez veya kurtlanmış ve çürümüş meyve verir. Bu meyveden ise kimse istifade edemez. İşte ağacın dallarının ve meyvelerinin güçlülüğü nasıl ki ağacın kökü ile alakalı ise, aynı şekilde müminin amellerinin güzelliği ve kalitesi de onun imanının köklü olup olmaması ile alakalıdır. Biz buradan imanın güçlülüğü oranında amellerin güzel olacağını; imanın zayıflığı oranında da amellerin düşük kalitede olacağını rahatlıkla anlayabiliriz. Bu ise selef âlimlerinin “imanın itaatlerle artıp güçlendiği, günahlarla ise eksilip zayıfladığı” yönündeki görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyar. Eğer mümin imanını itaatlerle beslerse imanı artar ve güçlenir; yok eğer masiyet ve günahlarla beslerse o zaman imanı eksilir ve zayıflar.

6) Ağacın teferruatı mesabesinde olan dalları, yaprakları ve meyveleri ister olumlu manada olsun isterse olumsuz manada nasıl ki ağacın köklerinden etkileniyorsa, aynı şekilde ağacın kökleri de dallardan, yapraklardan ve meyvelerden olumlu veya olumsuz manada etkilenir. Eğer ağacın dalları ve yaprakları güneşten ve oksijenden mahrum bırakılsa bu hemen ağacın köklerine tesir eder. Aynı şekilde ağacın kökleri sudan mahrum bırakılsa bu anında dallarına, yapraklarına ve meyvelerine tesir edecektir. İşte müminin kalbindeki “tevhid”de böyledir. Azalara yansıyan ameller, kökünden etkilendiği gibi, kökü de azaların ortaya koyduğu amellerden etkilenir. Eğer mümin, kalbinde kök mesabesinde olan imanını meyve mesabesinde olan güzel ve salih amellerle beslerse, imanı güçlü ve sarsılmaz olur. Yok, eğer günah ve masiyetler işlemek sureti ile hayatını sürdürürse imanı zayıf ve güçsüz olur. Bu ise Ehli Sünnet’in “Kişinin zahiri (dış görünümü) batınından (iç âleminden), batını da zahirinden etkilenir” şeklinde formüle ettiği mükemmel kaidenin doğruluğunu ortaya koyar. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurur:

“Dikkat edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir!”[2]

Bu hadis zahir ile batın arasındaki sıkı irtibata dikkat çekmektedir. Kalbin doğru ve salih olması bedeninde doğru ve salih olmasını gerektirir. Eğer beden Allah’ın istediği surette düzgün değilse bu, kalbinde bozuk olduğuna işarettir. İmandan bahsedip de ona göre amel etmeyenlerin kalpleri iman etmiş olamaz. Bunun sebebi ise bedenin kalbe tabi oluşundandır. Kalpte karar kılmış bir şeyin netice ve semeresi bir kaç yönden bile olsa mutlaka bedende gözükür.

Bu gün kalplerinin düzgün, niyetlerinin iyi olduğunu iddia ettiği halde İslam dininden fersah fersah uzak olan insanlar görmek mümkündür. Birçoğu -bırakın sağlam İslam akidesini- doğru dürüst namaz bile kılmamaktadırlar. Nedenini sorduğunda ise alacağın cevap dünden hazır: “Kalplerimiz temiz ya!...”

Eğer onların kalpleri temiz olsaydı bu mutlaka bedenlerine sirayet eder ve salih amel olarak üzerlerinde görülürdü. Zahirî çerçevede herhangi bir salih amelin onlar üzerinde görünümü yoksa bilinmelidir ki onların kalbi temiz değildir. Gerek sahih bir akideden yoksun olmaları, gerekse salih amellerden uzaklıkları onların kalplerindeki fesadın açık birer delilidir. Dinî bir yaşantı ile içli dışlı olmayan insanların “kalbimiz temiz” sloganı ile iman çığırtkanlığı yapmaları bizleri aldatmamalıdır.

“Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Ama kendilerinden başkasını aldatamazlarda yine de farkına varamazlar.” (Bakara, 9)

Bizim ortaya koyduğumuz bu hakikat, gerek eski, gerekse çağdaş Mürcie’nin ne kadar yanlış bir akideye sahip olduğunu göstermektedir. Onlar kalbin bir yönde, azaların ortaya koyduğu amellerin ise başka bir yönde olabileceğini savunuyorlar! Yani onlara göre azalar her türlü küfür ve şirk amelini işlediği halde kalp imanla mutmain olarak kalabilir?! Yine onlara göre insan içi ile mümin dışı ile kafir olabilir?! Subhânallâh! Bu ne de kötü bir iddiadır!

Mürcie Mezhebinin ğulat/aşırılarının nezdinde küfür sadece kalp ile inkâr etmekten ibarettir. Onlara göre ameller imandan ayrı olduğu için küfrü gerektiren hiçbir eylem ve söylem kalben kabul edilmediği sürece kişiyi dinden çıkarmaz. Örneğin, kişi Allah ve Rasûlü’ne sövse, Kur’ân’ı tahkir etse, putlara tapsa, Allah’ın kitabını bir tarafa atarak kendi heva ve hevesine göre kanunlar çıkarsa, ehli küfre has olan zünnar ve haç işareti gibi simgeleri taksa, Müslümanlara düşmanlık etse, İslam’ı yok etmek isteyen kâfirlere -gerek maddi gerekse manevî- her türlü yardımda bulunsa, küfrün ordularında Müslümanlara karşı savaşsa ve daha burada sayamayacağımız nice küfür amellerini yapsa kalben Allah’ı bildiği için dinden çıkmış olmaz. Bu kimse Ebu Bekir (radıyallâhu anh) gibi bir mümindir!

İşte bu inanış İslam âleminde birçok yanlışa sebep olmuştur. Bu yanlışların başında İslam’la uzaktan-yakından alakası olmayan yönetici tabakasının Müslümanlar üzerine musallat olması gelmektedir. Bunun kadar tehlikeli olan diğer bir husus ise bu liderlerin Allah adına halka sevdirilerek onların itaatinin sağlanması ve gerçek yüzlerinin halktan gizlenmesidir. Dinlerine gereken önemi vermeyen halklara bu mezhebin sapkın inancı anlatılarak onların uyanması sağlanmalıdır. Maalesef bu mezhebin fasit görüşleri halkları da etkisi altına almıştır. Bu gün halktan birisi küfür ameli işlediği zaman ona “sen dinden çıktın” denilecek olsa alınacak cevap hemen hazırdır “Sen kalbime bak!”

Bu akidenin fasit görüşleri neticesinde insanlar küfür söz ve amellerine karşı son derece duyarsızlaşmışlardır. İnsanın alabildiğine bu söz ve amellerden kaçınması gerekirken birde görürsün ki o buna hiç de aldırış etmemektedir. Bu musibetten Rabbim bizleri kurtarsın.

7) Kelime-i Tevhid için örnek verilen bu ağacın diğer bir özelliği de; meyvesinin geçici ve mevsimlik değil, daimî olmasıdır. Üzerinden her ne kadar zaman geçerse geçsin bu ağaç meyvesini vermeye devam edecektir. Tıpkı Kelime-i Tevhid gibi… Bu kelime namaz, oruç, zekât ve hac gibi diğer ibadetlerin aksine daimî olma özelliğine sahiptir. Bu ibadetler semeresini belirli bir an için verirken Kelime-i Tevhid semeresini sürekli verir. Eğer kul,  bir an olsun o kelimeyi ihmal edecek olsa, artık imanını yitirmiş sayılacaktır. Kişi her hal ve durumunda bu kelime ile beraber olmak zorundadır. Evinde, işinde, çarşıda, pazarda, barışta, savaşta, dostlukta, düşmanlıkta, seferde, hazarda her yer ve zamanda o kelime ile beraberdir. O kelime her an onun için yemişini ve meyvesini verir. Her zaman kendisini doğruya ve tevhidî bir hayata yönlendirir. Her işe ve tüm olaylara tevhid penceresinden bakmasını sağlar. Kul artık öyle bir hal alır ki, bu kelimenin güzel gördüğünü güzel, çirkin gördüğünün çirkin görür. İşte bu şekilde her an meyvesini vermiş olur. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir.” (İbrahim, 25)

8) Bir ağaç ne kadar büyür, gelişir ve meyve verirse o kadar etrafına olan faydası artar. Küçük ağaçlar üç-beş kişinin ihtiyacını ancak karşılayabilirken, büyük ağaçlar bazen yüzlerce kişinin ihtiyacını hiç zorluk çekmeden rahatlıkla karşılayabilir. Gerek verdiği meyvesi ile gerekse etrafına yaydığı gölgesi ile insanlığa hizmet eder. Tevhide iman eden bir müminde aynen böyle olmalıdır. “Lâ İlâhe İllallah” dedikten sonra yerinde saymamalı, sürekli kendisini geliştirerek insanlığı kendi gölgesinden ve güzel meyvelerinden faydalandırmalıdır.

Bu anlattıklarımız, bu örnekten çıkarılmış manalardan bazılarıdır. Ayet üzerinde gerekli düşünmeyi yapan bir kardeşimiz elbette daha güzel ve farklı anlamlar çıkarabilir. Allah, Kur’ân’ı anlamayı, örneklerini hakkıyla idrak etmeyi ve bu örneklerden gerekli dersleri çıkarmayı hepimize nasip ve müyesser eylesin. (Âmîn) (İşte) Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.” (İbrahim, 25)

 

 

Faruk Furkan

 

 

 



[1] Tirmizî, Fadâilü’l-Kur’ân, 18.

[2] Buharî, İman, 52.

Okunma Sayısı:5066