“(İşte) Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.” (İbrahim, 25)

Rasûlullah’a Hakaretin ve Hakaret Edenleri Desteklemenin Hükmü

EVET, HEPİNİZ CHARLİE’SİNİZ!

--Rasûlullah’a Hakaretin ve Hakaret Edenleri Desteklemenin Hükmü--

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Öyle günler yaşıyor, öyle bir dönemden geçiyoruz ki, bu dönemdeki ilginçliklere bilmem şu dünya tarihi şahitlik etmiş midir?

Şu günlerde yaşadıklarımız ve bizzat gözlerimizle görüp kulaklarımızla işittiklerimiz, tarih boyunca inanın benzeri görülmemiş ilginçlikler ve dudak uçuklatan garabetlerle doludur. Kimi kâfirler çıkıp Allah’ın en değerli peygamberi olan Ahmed aleyhisselam’a hakaret ediyor; birileri de çıkıp o kutlu peygamberin adını taşıdıkları halde, sosyal medya aracılığı ile “Je Suis Charlie/Hepimiz Charlie’yiz” diyerek o kâfirleri zımnen destekleyip teyit edebiliyorlar!

Aman ya rabbi! Bu ne garâbet!

Acaba tarih böyle bir şeye şahit olmuş mudur? Acaba insanlık, peygamberinin adını taşıdığı halde ona hakaret eden kimsenin ismini, kendi ismine tercih eden birini görmüş müdür?

Tarihte Allah’ın peygamberlerine hakaret eden birçok kâfirin gelip-geçtiğini duymuştuk; ama adı, peygamberinin adı olan ve kendisini ona nispet eden kimselerin, peygamberine hakaret eden mücrimlere sevgi ve sempati gösterdiklerini, onları saygıyla andıklarını ve adını onların adıyla değiştirme girişiminde bulunduklarını hiç duymamıştık!

Ne gariptir ki şu günlerde bunu da duyduk!

‘Ahmed’ ismi yerine ‘Charlie’ ismine razı oluyor ve terörizme karşı durma adı altında bununla gurur duyduklarını ifade ediyorlar. Ne diyelim, eğer Charlie olmaktan memnuniyet duyuyor ve bu ismi kendinize yakıştırıyorsanız yeni isminiz hayırlı olsun..!

Biz yıllardır bu tür insanların ismen olmasa da fikren ‘Charlie’ olduklarını biliyor ve bunu insanlara anlatmaya çalışıyorduk. Ama şimdi onlar “Je Suis Charlie/Hepimiz Charlie’yiz” diyerek ismen de Charlie olduklarını kabul ettiler ve bunu sosyal ağlar üzerinden tüm dünyaya duyurdular. Biz de, İslam’da insanların dışa yansıttıkları durumları, yani zahirleriyle ve kendilerini nispet ettikleri şeylerle hükmetmek asıl olduğundan, şu saatten sonra onlara  ‘Charlie’ diyecek ve bunun gerektirdiği ahkâmla onlara muamele edeceğiz. Gerçi biz, ortaya koydukları ameller neticesinde onlara önceden de aynı muameleyi yapıyor, ismen olmasa da fikren ‘Charlie’ olduklarını tevhidle tanıştığımız ilk günden itibaren biliyor ve dillendiriyorduk. Ama şimdi bizim kutlu Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e sarâhaten hakaret eden kâfirlere destek vermelerinden ötürü bu inancımızı daha net ortaya koyacak ve o mübarek elçinin şerefi adına daha ciddi bir şekilde bunu insanlara duyuracağız.

Değerli kardeşim,

Bu gün birileri kâfirlere şirin görünme adına onların yanında yer aldıklarını, Peygambere hakaret eden necis kâfirleri geberten teröristleri (!) nefretle kınadıklarını, İslam’ın sevgi, rahmet ve şefkat dini olduğunu vurgulayarak peygambere hakaret edilse bile, İslam’da asla şiddete yönelik eylemlerin olmadığını deklare etmekte ve üstüne basa basa peygamberimizin gül peygamberi olduğunu, dolayısıyla kendisine Taif’de işkence edenlere bile rahmetle yaklaştığını dile getirmektedirler.

Elbette ki peygamberimiz rahmet peygamberidir. Elbette ki O, şefkat ve sevgi timsalidir. Elbette ki O, tebliğ noktasında kendisine eziyet edenleri affeden müşfik bir davetçidir. Ama aynı zamanda O, hak edenlere karşı Allah’ın çekilmiş bir kılıcı, vurulmak üzere kaldırılmış ağır bir balyozudur. Azıcık siyer okuyan, birazcık Peygamberimizin hayatını etüt eden herkes bunu çok iyi bilir. Mesela O’nun Mekke’de müşrikler kendisini iyice bunaltınca:

تسمعون يا معشر قريش أما والذي نفس محمد بيده لقد جئتكم بالذبح

“Ey Kureyşliler, beni duyuyor musunuz? Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ben sizi kesmek için gönderildim” dediği bunun bir örneğidir.

Ve yine ilerleyen satırlarda detayını nakledeceğimiz üzere, kendisini hicveden kâfir şairleri öldürttüğü, Kureyza oğullarından yüzlercesini kestirttiği ve küfrün önderlerine şu engin dünyayı dar ettiği bunun ayrı birer misalidir.

Burada Batı hayranı sözüm ona İslamî yöneticilere ve onları dinî bilgileri ile arkalayan, edebiyatlarıyla destekleyen koca sarıklı din adamlarına seslenmek istiyorum: Ya bu peygamberi bir bütün olarak kabul edin, ya da onu, kendisine hakaret edilme hürriyetine (!) bile tahammül edemeyen özgürlük düşmanı bir lider olarak değerlendirip erkekçe reddedin.

Niçin iki yüzlülük yapıyor ve kâfir Batı’ya şirin gözükme adına peygamberi olduğu gibi tanıtmıyorsunuz?

Niçin peygamberin bir yönünü alıp diğer yönünü görmezden geliyorsunuz?

Şunu unutmayın ki, peygamberin bir yönünü alıp diğer yönünü görmemek veya tecahül-i ârif babından görmezden gelmek, eğer adı hainlik değilse, koyu bir cehalettir, hatta cehaletin ta kendisidir. Ama hemen belirtelim ki, sizin gibi kültür seviyesi ayyuka çıkmış kimselerin bunu bilmemesi mümkün değildir. Bu nedenle bu işin adı peygambere karşı yapılmış bir hainliktir.

“Bir din işleri reisi bunu bilmez mi?” demeyin sakın! Zira bazen insan bir şeyleri bilir, ama makamının verdiği ağırlığın altında ezildiği için bildiği bu şeyleri ifade edemez. Velev ifade etse bile, tevil getirmeden geçemez. Çünkü tevilsizce bunları insanlara duyurmak, onları düşünmeye ve sistemin sahiplerini muhasebeye çekmeye neden olur. Bu da insanları aşırılığa ve terörizme sevk eder!

İşte maalesef bu gün o koca sarıklı ve cübbeli bilmem hangi rütbenin sahibi insanların yaptığı vallahi budur. Ne diyelim Allah bize de, onlara da kendisini ve peygamberini tanıttığı gibi görebilmeyi nasip etsin.

Rasûlullah’a Hakaretin Hükmü

Şimdi burada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hakaret etmenin, koca koca sarıklı hoca efendilere göre değil, İslam’a göre hangi hükme tabi olduğunu ve adı sanı ne olursa olsun Efendimiz’i hicvedenlerin nasıl bir muameleye tabi tutulacaklarını; Kur’ân, sünnet, sahabe uygulamaları ve Ehl-i sünnet alimlerinin fetvaları çerçevesinde izah etmeye çalışalım. Konunun dağılmaması ve maksadın tez elden hâsıl olması için evvela şunu net olarak ifade etmek ve meselenin adını dolambaçsız bir şekilde ortaya koymak istiyoruz:

Gerek Rasûlullah’a, gerek Rasûlullah’ın Rabbi olan Allah’a, gerekse din, kitap ve şeâir gibi İslam’ın mukaddes addettiği şeylere hakaret eden, söven veya hicveden kimseler, istisnasız bir şekilde tüm ulemaya göre kâfir olurlar ve İslamî bir devletin gölgesi altında böylelerinin hükmü –ele geçirilmeden önce tevbe etmeleri müstesna- öldürülmeleridir. Eğer ele geçirilmeden önce tevbelerini izhar eder ve yaptıklarından dolayı pişmanlıklarını samimi bir şekilde ortaya koyarlarsa, bu durumda affedilirler; lakin tevbelerini bildirmeden evvel devlet tarafından yakalanacak olurlarsa, o zaman –racih olan görüşe göre– tevbeye davet edilmeksizin infazları gerçekleştirilir. Bu, İslam’ın bir hükmü olup alay veya şaka konusu edilemez; şayet edilirse bu durumda alay edip, dalga geçenler de kâfir olurlar.

Şimdi bu konunun delillerine geçebiliriz.

Kur’ân’da Yer Alan Deliller

Birinci Delil: Yüce Allah şöyle buyurur:

وَإِنْ نَكَثُوا أَيْمَانَهُمْ مِنْ بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُوا فِي دِينِكُمْ فَقَاتِلُوا أَئِمَّةَ الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لَا أَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنْتَهُونَ

“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün elebaşlarıyla savaşın/öldürün. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler.” (Tevbe, 12)

Yüce Allah bu ayette kendi dinine dil uzatan, İslam hususunda ileri geri konuşmak suretiyle dini tenkit eden kimselerin “küfrün önderleri” olacağını beyan etmektedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de, bu dinin Allah’tan sonra hürmet gösterilmesini emrettiği ikinci varlık olduğu için O’nun hakkında ileri geri konuşmak, tıpkı dinin herhangi bir hükmü hakkında ileri geri konuşmak gibidir.

Ayetin orijinalinde yer alan ve dilimize “dil uzatmak” diye tercüme ettiğimiz “طعن/ta‘n kelimesi, dine ve dinin kutsallarına yakışık ol­mayan şeyleri nispet etmek, bunlara uygunsuz sözlerle karşılık vermek ve bunları itiraz diliyle eleştirmek anlamına gelir. Böylesi vasıflara haiz olan kimseler, ayetin ifadesi ile küfrün önderleri ve elebaşları olarak değerlendirilmişlerdir. Küfrün önder ve elebaşları, normal kâfirlerden bir üst kademede bulunmaktadırlar. Bunlar, Allah katında da dinin nazarında da sıradan kâfirlerden daha kötü bir konumda olup, hüküm bakımından daha ağır bir cezaya çarptırılırlar. Normal bir kâfire bazı şartlar çerçevesinde hayat hakkı tanıyan İslam, böylesi kâfirler için hayat hakkı tanımamış ve kendi ahkâmının câri olduğu yerlerde koşulsuz bir şekilde bunların öldürülmelerini emretmiştir. Burada altını çizerek ifade etmeliyiz ki, küfürde önder olma vasfı, mücerret küfrün üzerine eklenmiş bir niteliktir. Yani onlar, dine dil uzatmaları sebebiyle üzerinde bulunmuş oldukları küfre küfür katmışlar ve küfürde katmerleşmişlerdir. İbn-i Teymiyye rahimehullah der ki:

 “Allah Teâlâ bu kimseleri sırf dine dil uzattıkları için “küfrün elebaşları” diye isimlendirdi. Bununla, dine dil uzatan her kimsenin küfrün önderi olduğu kesinlik kazanmıştır.”[1]

Dolayısıyla bir insan, peygamberine hakaret ettiği için Kur’ân’ın ifadesine göre  küfrün elebaşı konumunda olan bir insanı şayet öldürecek olsa, bu durumda Allah’ın bir hükmünü uygulamış olur ve asla kınanmaz. Bundan sonra birilerinin kalkıp ona terörist demesi veya onun yaptığı bu işin İslam’da olmadığını söylemesi bu ayeti inkâr etmektir. Eğer bu inkâr değilse, Allah aşkına söyleyin o zaman inkâr nedir?

İkinci Delil:

وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ أَبِاللَّهِ وَآيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِئُونَ لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ

“Andolsun, onlara (Tebük gazvesine giderken söyledikleri o alaylı sözleri) soracak olsan, elbette şöyle diyeceklerdir: ‘Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk.’ De ki: Allah ile O’nun ayetleri ile ve Rasûlü ile mi alay ediyorsunuz? Özür dilemeyin. Siz iman ettikten sonra gerçekten de kâfir oldunuz…” (Tevbe, 65, 66)

Bu ayetin iniş sebebi şu olaydır: Tebük gazvesinde bir adam: “Bizim şu Kur’an okuyanlarımız kadar midelerine düşkün, dilleri yalancı ve düşmanla karşılaşma esnasında korkak kimseleri görmedim” dedi. O mecliste bulunan bir sahabî: “Yalan söylüyorsun. Sen bir münafıksın. Seni Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e haber vereceğim” dedi. Bu, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e ulaştı ve bunun üzerine bu ayetler indi.”[2]

Abdu’l-Mun’im Mustafa bu ayet ve ona ilişkin sebebi nüzulü zikrettikten sonra şöyle der:

“Bu nakiller, Allah ile ayetleri ile ve Rasûlü ile alay eden bir kimsenin, bunu oyun, eğlence ve şaka maksadıyla yapsa dahi kâfir olacağı noktasında açık nasslardır. Ümmet arasında küfür olan bir söz veya amel ile eğlenilmesinin küfür olduğu konusunda hiçbir ihtilaf yoktur…” [3]

Zikri geçen ayet ve hadiste, Tebük gazvesine giderken aralarında konuşan ve konuşmaları esnasında Rasûlullah ve ashabı hakkında sadece oyun ve eğlence amacıyla ileri geri laflar eden bir takım insanların, sırf bu sözleri nedeniyle dinden çıktıkları belirtilmektedir. Eğer şaka ve eğlence amacıyla bile olsa Allah ve Rasûlü ile alay edenler kâfir oluyorsa, peki ya bunu gerçek bir manaya dönük olarak yapanların hükmü ne olur?

Bunlar kâfir olmazlar mı?

Evet, onlar şayet önceden Müslümanlarsa sırf bu nedenle kâfir olurlar; yok eğer zaten kâfir iseler, bu durumda küfürlerine küfür katmış ve küfürde elebaşı olmuş olurlar ki, bu durumda onların cezası Tevbe Sûresinin 12. âyetinde belirtildiği üzere kendileri ile savaşmaktır.

Sünnette Yer Alan Deliller

Birinci Delil: İbn-i Abbas radıyallâhu anh’den şöyle rivayet edilmiştir: “Gözleri görmeyen âmâ birisinin bir ümmü veledi[4] (cairyesi) vardı. Bu kadın Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e küfreder, O’nun hakkında yakışıksız şeyler söylerdi. Âmâ adam onu bundan nehyeder, fakat ka­dın vazgeçmez, âmâ yine onu meneder, ama dinlemezdi. Kadın bir gece yine Rasûlullah hakkında yakışıksız şeyler söylemeye, ona küfretmeye başladı. Bunun üzerine âmâ hançeri aldı, kadının karnına sapladı ve üzeri­ne yüklenip onu öldürdü. Ayakları arasına bir çocuk düştü. Kadın orasını (yatağı) kana buladı. Sabah olunca olay Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e anlatıldı. Rasûlullah halkı topla­yıp şöyle dedi:

— Bu işi yapan şahsı Allah'a havale ediyorum (Allah adına yemin ve­rerek arıyorum). Şüphesiz onun üzerinde benim hakkım var, (bana ita­at etmesi vaciptir) ama ayağa kalkarsa müstesna.

Bunun üzerine âmâ kişi kalktı, safları yararak ve sallanarak (gelip) Rasû­lullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in önüne oturdu ve:

Ya Rasûlullah! Ben o kadının sahibiyim. O kadın, sana küfreder ve hakkında çirkin sözler söylerdi. Onu nehyederdim dinlemez, menederdim vazgeç­mezdi. Benim ondan inci tanesi gibi iki oğlum var. O bana karşı da yumuşaktı. Dün gece yine sana sövmeye ve hakkında çirkin sözler söyle­meye başladı. Ben de hançeri alıp karnına sapladım, üzerine yüklenip onu öldürdüm! dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

— Dikkat edin ve şahit olun ki, o kadının kanı hederdir (kısas gerekmez), buyurdu.[5]

İbn-i Teymiyye rahimehullah bu hadis hakkında şöyle demiştir:

“Bu hadis, sırf peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e sövdüğü için o kadının öldürülmesinin caiz olduğu hususunda bir nassdır. Keza, (Rasûlullâh’a sövdüğünde) zımmî birisinin öldürülmesine de delildir. Müslüman bir erkek ve Müslüman bir kadının -Rasûlullâh’a sövdükleri zaman-  öldürülmeleri evleviyetledir.”[6]

İkinci Delil: İbn-i Abbas radıyallâhu anhuma’dan rivayet edildiğine göre Hutame ehlinden Asma binti Mervan isminde bir kadın, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i hicveder/hakkında ileri geri konuşurdu. Onun bu tutumundan dolayı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kim benim için o kadının hakkından gelir?” diye (ashabına) sordu. Hemen o kadının kabilesinden adı Umeyr b. Adiyy olan bir zat ayağa kalkarak: “Ben ey Allah’ın Rasûlü!” dedi ve gidip kadını öldürdü. Sonra durumu Rasûlullah’a haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bu meselenin hükmünün böyle olduğu hususunda hiç kimse ihtilaf etmez” buyurdu. Sonra Rasûlullah etrafındakilere baktı ve: “Allah ve Rasûlüne yardım eden bir kimseye bakmaktan hoşlanıyorsanız, Umeyr b. Adiyy’e bakın” buyurdu.[7]

Yine İbn-i Teymiyye rahimehullah bu hadis hakkında şöyle der:

“Bu kadının öldürülmesi sadece onun Rasulullah’a eziyet etmesi ve O’nu hicvetmesinden ötürüdür. Bu hüküm, İbn-i Abbas’ın ‘Hutame ehlinden Asma binti Mervan isminde bir kadın, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i hicvederdi’ sözünde gayet açıktır…”[8]

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “Bu meselenin hükmünün böyle olduğu hususunda hiç kimse ihtilaf etmez” buyruğu gerçekten de çok önemli olup konunun ne kadar ciddî olduğunu ifade etmesi bakımından oldukça mühimdir.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem “Bu meselenin hükmünün böyle olduğu hususunda hiç kimse ihtilaf etmez” buyurduğu halde Rasulullah’ın varisi olduğunu iddia eden sözüm ona hocalar, maalesef ki ihtilaf ediyor ve O’nun bu hükmünde O’nunla çelişiyorlar. Ah keşke bu hoca efendiler tağutları değil de, adını taşımakla gurur duyduklarını söyledikleri Muhammed aleyhisselam’ı dinleseler ve O’nu dikkate alsalardı!

Acaba onlar peygamberi hicveden kimselere, Peygamberlerinin hükmünü uygulayan Müslümanların yaptıklarının İslam’da olmadığını söylediklerinde, Peygambere muhalefet ettiklerini biliyorlar mı ki? Yoksa biliyorlar da makamlarını kaybetmeme adına gerçekleri mi ketmediyorlar?

Üçüncü Delil: K’ab b. Eşref hadisesi.

K’ab b. Eşref hadisesi de bu olaya delil olacak niteliktedir. K’ab b. Eşref, Allah Rasûlü hakkında ileri geri konuşan, O’na hakaretler eden, Rasûlullâh’a karşı açılan savaşa destek veren ve İslam’a düşmanlığı ile bilinen Yahudi bir şairdi. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem onun bu küstahça tavırlarından rahatsız olduğu için bir gün ashabına: “Kim K’ab b. Eşref’in hakkından gelebilir? Hiç şüphe yok ki o, Allah ve Rasûlüne eziyet vermiştir” buyurdu. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme radıyallâhu anh: “Ey Allah’ın Rasûlü! Onu öldürmemi ister misin?” diye sordu. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de: “Evet” diye yanıt verdi.[9]

Muhammed b. Mesleme radıyallâhu anh, bu olayı birkaç arkadaşıyla birlikte profesyonel bir şekilde gerçekleştirmiş ve Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in gönülden istediği bu işi Allah’ın yardımıyla icrâ ederek Yahudî şairi K’ab b. Eşref’i âlemlere ibret olacak şekilde gebertmişti. Muhammed b. Mesleme radıyallâhu anh K’ab b. Eşref kâfirini öldürüş anını şu şekilde anlatır.

“Allah’ın düşmanı Ka’b b. Eşref’e kılıçlarımızla ard arda darbeler vurduk ama yinede öldüremedik. Sürekli bağırıyordu… O anda keskin hançerim aklıma geldi ve çıkarıp Allah düşmanı İbn-i Eşref’in karnına sapladım ve üstüne yüklendim. Sonra karnından boğazına kadar çektim. Onu öldürmüştüm!”[10]

Dördüncü Delil: Yahudî Ebu Rafi‘ el-Hukayk’in öldürülüşü.

Yahudî Ebu Rafi‘nin öldürülüşü de konumuzla alakalı diğer bir delildir. Bu olay Buharî[11] ve başka hadis kitaplarında etraflıca anlatılmıştır.

Ebu Rafi‘ Yahudilerin ileri gelenlerinden ve Rasulullah’a dili ile eziyet eden alçak liderlerinden birisi idi. Onun bu tavırları Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’i rahatsız etmiş ve kendisini bir an önce ondan kurtulma düşüncesine sevk etmişti; zira küfrün elebaşlarını öldürerek onların eziyetlerinden yeryüzünü rahatlatmak Allah’ın bir emri idi. Ensar’dan, içlerinde Abdullah İbn-i Uneys ve Abdullah İbn-i Atîk’in de bulunduğu birkaç sahabîsini onu öldürmeleri için görevlendirdi. Abdullah b. Atîk radıyallâhu anh, bir yolunu bulup Ebu Rafi’nin odasına girmişti. Oda çok karanlıktı. Odaya girdiğinde Ebu Rafi’nin yatağında uyumakta olduğunu fark etti. Ebu Rafi‘ beyaz tenli birisi olduğundan dolayı odanın karanlığında bile çok rahat fark ediliyordu. İbn-i Atîk, uyurken birisini öldürmenin münasip olmayacağını düşünerek Ebu Rafi‘i uykusundan uyandırmak istedi. İyi bildiği İbranice ile Ebu Rafi‘e seslendi. Ebu Rafi‘ sesi duyunca uykudan gözlerini açtı. Ve

—Kimsin sen? diye sordu. İbn-i Atîk hiç bir şey söylemeden kılıcı ile üzerine atılıp yaralayıcı bir darbe indirdi. Fakat bu darbe, canını çıkarıp işini bitirmesi için yeterli olmamıştı. Ebu Rafi‘ çığlık attı. Sarayın etrafında oturan Yahudiler, sesi duyunca uykularından uyandılar ve yardım için evlerinden dışarı koştular. İbn-i Atîk karanlık odada bir müddet bekledi. Ebu Rafi‘ ise halen onu görememişti. İkinci bir darbeye hazırlandı. Abdullah b. Atîk radıyallâhu anh, burada da hikmet ile hareket ederek onun yardım isteyişini duyan ve bunun için yardıma gelen sıradan bir Yahudi gibi davranmıştı. Ve yine İbranice:

—Ey Ebu Rafi! O ses de neydi? Ne oldu sana? diye sordu. Ebu Rafi‘ hala yatağında idi ve sürekli kan kaybediyordu. Yardımın geldiğini zannederek:

—Yazıklar olsun sana! Evde yabancı birisi var ve kılıcıyla beni yaraladı. Onu bul ve öldür! dedi.

O an Abdullah b. Atîk radıyallâhu anh, ikinci kez kılıcı ile üzerine atılıp birinci darbeden daha şiddetli ve daha kuvvetli bir darbe indirdi. Ebu Rafi‘ de birincisinden daha şiddetli ve daha yüksek bir çığlık attı. O sırada Abdullah b. Uneys radıyallâhu anh içeri girdi ve Allah düşmanını öldürme şerefine o da nail oldu. Hemen yatağında kanlar içinde kalan Ebu Rafi’e hücum etti, kılıcını Allah düşmanının karnına dayayıp şiddetle bastırdı. Kendine doğru tekrar kuvvetlice geri çektiğinde etini, midesini ve bağırsaklarını kasıklarına kadar kesmişti. Aldığı bu darbelerle Allah düşmanı gebermiş ve kendisi gibi Allah’ın peygamberlerine eziyet eden kâfir atalarının yanına, cehenneme gönderilmişti.

İşte bu iki yiğit sahabî, böylelikle Allah Rasulüne eziyet eden bir alçağı, tüm Yahudilere ibret vesikası olacak bir şekilde katletmişler ve Allah Rasulüne hakaret edenlerin akıbetinin nasıl olacağını kendilerinden sonra yaşayan tüm Müslümanlara öğretmişlerdi.

İnşallah gerek dili, gerekse yaptıkları ile bu gün hem Allah’a hem de Rasulüne eziyet eden Yahudi liderlerine de hadlerini bildirecek yiğitleri Allah bu ümmete nasip eder ve tıpkı ataları Ebu Rafi’nin akıbeti gibi bir akıbeti onlara yaşatacak aslanları, biz muvahhidler başta olmak üzere önce tüm Ümmeet-i Muhammed’e ardından da bütün dünya müstekbirlerine gösterir.

Ne mutlu peygamberine eziyet edenlere hadlerini bildiren yiğitlere!

 Sahabe Uygulamaları

Birinci Delil: Ebu Bekir radıyallâhu anh’ın İbn-i Ebi Rebia radıyallâhu anh’ın yaptığı uygulamayı onaylaması ve ikrârı.

Olayın detayı şu şekildedir: Ebu Bekir radıyallâhu anh, Rasûlullâh’ı kötüleyici nitelikte şarkılar söyleyen bir kadın hakkında İbn-i Ebi Rebia’ya bir mektup yazmış ve şöyle demiştir:

 “Eğer sen o kadını öldürme hususunda benden önce davranmış olmasaydın ben, hemen onu öldürmeni sana emrederdim. Çünkü peygamberler hakkında ki had cezaları diğer insanlarınkine benzemez. Müslümanlardan her kim böyle bir suç işlerse, o artık mürted olmuş olur. Eğer İslam devleti ile anlaşmalı kimselerden birisi böyle yapacak olsa, o artık anlaşmayı bozmuş bir muharip sayılır.”[12]

İkinci Delil: Ömer radıyallâhu anh’ın uygulaması.

Bir gün Ömer radıyallâhu anh’ın huzuruna Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e söven bir adam getirildi. Hz. Ömer hemen adamı öldürdü ve şöyle dedi: “Kim Allah’a veya peygamberlerden birisine söverse onu derhal öldürün!”[13]

Üçüncü Delil: Halid b. Velid radıyallâhu anh’ın uygulaması.

Bir kadın Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e sövmüştü. Durumu öğrenen Halid b. Velid hemen kadını öldürdü.[14]

İlim Ehlinin Kavilleri

İshak b. Rahaveyh der ki:

 “Müslüman âlimler, Allah’a veya peygambere söven ya da Allah’ın peygamberlerinden bir peygamberi öldüren bir kimsenin –Allah’ın indirdiği şeylerin tamamını kabul etse bile– sırf bu yaptığı şey sebebiyle kâfir olacağı hususunda icma‘ etmişlerdir.”[15]

İmam Hattâbî der ki:

“Böyle bir kimsenin katli hususunda Müslüman âlimlerden hiçbirisinin ihtilaf ettiğini bilmiyorum.”[16]

İbn-i Teymiyye der ki:

 “Mesele hakkında sözün özü şudur: Söven kimse eğer Müslüman ise (bu yaptığı ile) küfre girer ve ihtilafsız bir şekilde öldürülür. Bu görüş dört imamın ve diğer âlimlerin mezhebidir.”[17]

 “Eğer söven kimse Müslüman ise icmaen/tüm ulemaya göre katledilmesi vaciptir. O kişi sırf bu sövme sebebiyle kâfir ve mürted olmuş ve kâfirlerden daha kötü bir hale gelmiştir, çünkü kâfir Allah’ı yüceltir ve üzerinde olduğu inancın Allah ile istihza etme ve O’na sövme anlamına gelmediğini itikat eder.”[18]

Keşmîrî şöyle der:

“Ehl-i ilim, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e söven bir kimsenin öldürüleceği hususunda icma‘ etmiştir.”[19]

Muhammed İbn-i Suhnûn der ki:

“Ulema Hz. Peygambere söven ve O’na noksanlık izafe eden kimsenin kâfir olacağı hususunda icma’ etmiştir. Kim böyle birisinin kâfir olduğundan veya azaba uğrayacağından şüphe ederse, o da kâfir olur.”[20]

Kadı İyaz şöyle der:

“Müslüman olup ta Allah’a söven bir kimsenin kâfir olduğu ve kanının helalleştiği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur.[21]

“Keza, kim, tebliğ ettiği ve haber verdiği hususlarda peygamberimize kasıtlı olarak yalan izafe eder, doğruluğunda şüphe eder, O’na söver veya “O tebliğ etmedi!” der, Onunla ya da diğer peygamberlerden biri ile alay eder, onları hor görür, onlara eziyet verir, onlardan birisini öldürür ya da savaşırsa icmaen kâfir olur.”[22]

Sonuç

Değerli okuyucu,

Buraya kadar aktarmaya çalıştığımız delillerle açığa çıkmıştır ki, kim Rasulullah’a hakaret eder, söver, tahkiratta bulunur veya O’nun şan ve şerefine halel getirecek bir söylem içerisine girerse, böylesi bir kişi şayet önceden müslümansa kesinlikle kâfir olur ve hakkında tüm ulemaya göre katil cezası verilir. Yok, eğer böylesi bir kişi Yahudi ve Hıristiyanlar gibi asli kâfir ise, bu durumda küfrüne küfür katmış ve küfrün elebaşı haline gelecek bir şekilde kâfirlikte ileri gitmiştir ki, böylesi birisinin İslam’da cezası Tevbe Sûresi 12. âyetin ve İslam alimlerinin icması gereği ölümdür.

Biraz önce, tüm Müslümanlar nezdinde kabul görmüş alimlerden yaptığımız aktarımlarda onların neredeyse tamamının Allah’a, Rasûlüne ve dinin mukaddesatına söven ve hakaret eden kimselerin kâfir olacağı hususunda icma‘ nakletmeleri gerçektende dikkat çeken ve altı çizilmesi gereken bir husustur.

Bu gün kendilerini dinin otoritesi kabul edip de, Sevgili Peygamberimize hakaret eden insanlara İslam’ın öngördüğü cezayı kendilerince vermeye çalışan kimselere terörist damgası vuran ve böylesi bir cezanın asla İslam’da olmadığını hem Türk halkına hem de tüm dünyaya haykırmaya çalışan kimselere bu icma‘ nakillerini hatırlatmak isteriz. Belki de bu sayede hatalarından vazgeçer ve inkâr etmiş oldukları İslam’ın bu hükmünü yeniden kabul ederler. Tabi ki efendileri müsaade ederlerse…

Bir insan, kendi annesi veya eşine sövüldüğü zaman, şayet birazcık ar duygusu varsa hemen karşı tarafa saldırır ve söven kişiye elinden geldiği şekilde ceza verir. Bu ceza kimi zaman güzel bir dayaktır, kimi zamanda sonu ölümle biten bir cinayet…

Bir insan annesine sövüldüğü ve hakkında ileri-geri konuşulduğu için birisini haklayacak olsa, aklı başında olan hiçbir kimse tarafından kınanmaz; ama söz konusu şahıs Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem olunca birileri bundan rahatsız oluyor ve ona yapılan hakarete verilen cezayı teröristlik olarak değerlendiriyor. Vallahi şunu herkes bilsin ki, Müslümanlar o biricik Peygamberlerini, analarından, eşlerinden ve çoluk-çocuklarından daha çok sever ve O’na yapılacak terbiyesizlikleri namuslarına yapılacak terbiyesizliklerden daha beter bilirler. Bu nedenle birileri, onların namuslarından daha değerli olan peygamberlerine saldırıldığında sert bir şekilde karşılık verirlerse bunu abes görmemeli ve onların bu kutsalına verdiği değere en azından saygı göstermelidirler. (!)

Bizler kendi inancımızı yaşar ve anlatırken karşı tarafın inancına sövmez ve hakaret etmeyiz. Bizim yaptığımız sadece karşı tarafın inancının batıl olduğunu dile getirmek ve ona inananların yanlış yolda olduğunu söylemekten ibarettir. Çünkü bize göre yanlış yolda olanların dinlerine sövmek veya hakaret etmek bizzat Allah’ın buyruğu ile yasaktır. Unutmamak gerekir ki bir şeyin batıllığını söylemek ayrı bir şeydir; ona hakaret etmek ayrı bir şey.

Bizim bu tavrımızı –her ne kadar tarihte eşine az rastlansa da– biz de karşı taraftan bekleriz. Bu nedenle siz, bizim inancımızın yanlış olduğunu söyleyebilir, peygamberimizin peygamber olmadığını iddia edebilirsiniz; ama bundan dolayı hakarete yönelmeniz, terbiyesizlikler yapmanız asla kabul edilemez. Eğer siz haddinizi aşar ve bizim kutsallarımıza saldıracak olursanız, bu durumda Allah, bu ümmetin bağrından bir Muhammed b. Mesleme daha çıkarır ve Kab b. Eşref’e yaşattığını size de yaşatır.

Allah elbette buna kâdirdir.

Allah hem bu ümmeti, hem de bu ümmetin Peygamberini her türlü kâfirin şerrinden, küstahlığından ve haddi aşmasından muhafaza buyursun ve bundan sonra kâfirlerin kalbine, o kutlu elçisine hakaret etmeye cesaret edemeyecekleri bir korku versin. Ve rahmet etsin o kutlu elçinin hakkını savunan mümin kullarına…

Rabbim! Hepimize hakkı hak, batılı da batıl olarak göster ve bizleri cennette Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hamd sancağı altında bir araya getirerek cemalini görmeye mazhar kıl.

Allah’tan bu yazıyı Rasulünü müdafaa uğrunda ortaya koyulmuş bir çaba olarak kabul etmesini ve bununla, yazarını Rasulullah’ın şefaatine namzet kullardan kılmasını temenni ederim. Şüphesiz ki O, duaları işiten ve en güzel şekliyle karşılık verendir.

Allahumme âmin.

 

Faruk Furkan

 



[1] “es-Sârimu’l-Meslûl ala Şâtimi’r-Rasûl”, sf. 21.

[2] “Tefsiru’t-Taberî”, 6/172 vd.

[3] “Dinden Çıkaran Ameller”, sf. 155.

[4] “Ümmü veled” ifadesi, efendisinden çocuk dünyaya getiren cariye anlamında bir fıkıh terimidir.

[5] Ebu Davut, hadis no: 4361. Hadis “sahih”tir.

[6] “es-Sârimu’l-Meslûl ala Şâtimi’r-Rasû”, sf, 66.

[7] “es-Sârimu’l-Meslûl ala Şâtimi’r-Rasûl”, sf, 101. ayrıca bkz. Kenzu’l-Ummal, hadis no: 35491; “Müsned-i Şihab”, hadis no: 662 ve 663.

[8] “es-Sârimu’l-Meslûl ala Şâtimi’r-Rasû”, sf, 66.

[9] Buhârî, Cihad, 158. Hadis no: 3031.

[10] Suverun Min Cihadi’s-Sahâbe, sf. 52.

[11] Bkz. Meğâzi, 16, 4039 numaralı rivayet.

[12] “es-Sârimu’l-Meslûl ala Şâtimi’r-Rasûl”, sf. 423.

[13] Aynı yer.

[14] “es-Sârimu’l-Meslûl ala Şâtimi’r-Rasûl”, sf. 209. Ayrıca bkz. Beyhakî, “es-Sünenü’l-Kübrâ”, 16641 nolu haber.

[15] Abdu’l Mun’im, “Tenbihu’l Ğafilîn ila Hükmi Şatimillahi ve’d-Dîn”, sf, 13.

[16] Aynı kaynak.

[17] “es-Sârimu’l-Meslûl ala Şâtimi’r-Rasûl”, sf. 10.

[18] Age. 1/547.

[19] Enverşâh, el-Keşmîrî, “İkfâru’l-Mulhidîn”, sf. 64. “Tenbihu’l Ğafilîn ila Hükmi Şatimillahi ve’d-Dîn” adlı eserden naklen. Bkz. sf. 14.

[20] “Tenbihu’l Ğafilîn ila Hükmi Şatimillahi ve’d-Dîn”, sf. 14.

[21] “eş-Şifâ bi Ta’rifi Hukuki’l-Mustafa”, sf. 832.

[22] Age. Sf. 849.

Okunma Sayısı:21292