“…Biz, bu Kur’ân'ı sana vahyederek en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.” (12/Yûsuf, 1-2)

YEDİNCİ İPUCU “ŞÜPHELERDEN VE ŞÜPHE EHLİNDEN UZAK DURMAK”

MÜSLÜMAN KALABİLMEK İÇİN

NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?

 

YEDİNCİ İPUCU

“ŞÜPHELERDEN VE ŞÜPHE EHLİNDEN UZAK DURMAK”

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

 

Hidayet üzere kalmanın diğer bir ipucu da; şüphelerden ve şüphe ehlinden uzak durmaktır. Bir müslüman kalbini şüphelerden, bedenini de şüphe ehlinden uzak tuttuğu zaman dininde selamete erişir. Hem kalben hem de bedenen kendini güvence altına almış olur.

Batıl ehliyle hangi gerekçeyle olursa olsun bir arada olmamak ve onlardan bütünüyle yüz çevirmek Rabbimizin kesin bir emridir. Rabbimiz şöyle buyurur:

وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

“Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşarak batıla) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir konuya geçinceye kadar onlardan yüz çevir (tavır göster, karşı savunmanı yap veya müslüman olmanın gereği olarak orada durma). Eğer şeytan, sana (bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk) artık o zalimler topluluğu ile oturma!” (En‘am, 68)

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِثْلُهُمْ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا

(Allah) size, Kitapta: ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar (bu sözü bırakıp) başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın, çünkü o zaman siz de onlar gibi olmuş olursunuz.’ diye indirdi. Hiç şüphesiz Allah, münâfıkların ve inkârcıların hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisa, 140)

Rabbimiz bu ayetlerinde “onlardan yüz çevir” ve “onlarla beraber oturmayın” buyurarak biz müslümanları uyarmaktadır. Allah’ın bu kesin uyarısına kulak vererek batıl ehliyle ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir. Allah’ın bu uyarısını dikkate almayıp dalalete sürüklenmiş insanlarla düşüp-kalkanlar, gün gelecek onlarla aynı akıbete duçar olacaklardır; zira olaylardan, hadiselerden, emir ve yasaklardan ibret almayanlar, gün gelir kendileri bunlara ibret konusu olurlar. Bu nedenle müslümanın Rabbinin uyarısını önemsemesi ve hiçbir zaman batıl ehliyle bir arada bulunmamaya gayret etmesi gerekmektedir.

Burada müslümanın şöyle durup Allah için bir düşünmesi gerekir: Rabbimiz, hidayet üzere kalacağı kesin olmasına rağmen peygamberine bile batıl ehliyle bir arada olmayı yasaklıyorsa, peki bizim gibi imanları güvence altına alınmamış insanların onlarla oturup-kalkması, bir arada bulunması, aynı ders ortamlarını paylaşması ne kadar makul, ne kadar doğru olur?

Sahi, bizim böylesi batıl ve şüphe ehliyle oturup-kalkmamız ne kadar uygundur? Peygamber bile bu konuda uyarılmışsa, bizim tavrımız ne olmalıdır?

Bunu düşünmek gerekir…

Allah bir şeyi yasaklıyorsa bunda bizim bildiğimiz-bilmediğimiz onlarca hikmet vardır. İnsan, bu gibi emir ve yasaklar karşısında aklını bir tarafa koyup Allah’ın emrine ram olmalı ve “vardır bir hikmeti” diyerek Rabbine güvenmelidir. Unutmamalıdır ki, Allah kendisine, içerisinde kendi hayrı olmayan hiçbir şeyi emredip yasaklamaz.

Bu gün nice müslümanın ayağının kaymasındaki en önemli etkenlerin başında; hiç şüphesiz bu kimselerin, batıl ve şüphe ehli olan sapık insanlarla sürekli bir ortamda bulunması, onlarla ders yapması, sohbetlerine kulak vermesi veya onları dinlemesi gelmektedir. Bu, zamanla onların kalbinin kendi kalplerine benzemesine yol açmakta ve hidayet nimetinin ellerinden alınmasına neden olmaktadır. Tabi bu durum onlarla mesai harcayan zavallı müslümana kapalı gelmekte olup, elinden hidayet nimetinin alındığının farkına bile varamamaktadır.

Bu nedenle, bir müslüman hangi gerekçeyle olursa olsun, batıl ve şüphe ehliyle asla bir arada bulunmamalı, onlarla aynı meclisleri katiyen paylaşmamalıdır.[1] Rabbimizin yukarıda zikrettiğimiz uyarılarına hiçbir yorum yapmadan bihakkın teslim olmalı ve “Allah’ın vardır bir bildiği” diyerek ayetlerin hükmüne boyun eğmelidir.

İmam Şevkanî rahimehullah’ın, zikrettiğimiz bu ayetlerle alakalı önemli bir tespiti vardır. Bu tespiti aktararak okuyucu kardeşimizin dikkatini bir noktaya çekmek istiyoruz: İmam Şevkanî der ki:

“Bu ayette Allah’ın kelamını tahrif eden, Allah’ın kitabı ve Rasulünün sünneti ile oynaşan, bunları sapkın arzularına ve bozuk bidatlerine döndürerek (yorumlayan) bidat ehliyle oturup-kalkmaya müsamaha gösteren, tolerans tanıyan kimseler için büyük bir öğüt vardır. Kişi onlara karşı çıkamıyor ve içerisinde bulundukları yanlışlıkları değiştiremiyorsa en azından onlarla oturup-kalkmayı (aynı meclisi paylaşmayı) terk etmelidir. Bu yapması zor olmayan kolay bir şeydir. Batıl ehli, (kendilerinden olmayan) kişinin onlarla beraber bulunmasını −her ne kadar o kişi onların batıllarından sakınıyor olsa da− insanların kafalarını karıştıracak bir şüphe olarak kullanırlar.[2] Dolayısıyla onun onlarla beraber bulunmasında, kötü şeyleri duymasına ilave bir mefsedet meydana gelmektedir.”[3]

Altı çizili yerleri dikkatle okumak gerekir. Bazen bir müslüman, −özellikle de ilimle uğraşan kardeşler− sapık kimselerle bir arada bulunup, onlarla mesai harcadığında bu, olayın hakikatini bilmeyen müslümanlar nezdinde farklı yorumlanmaya neden olabiliyor. İlim ehli kardeşimiz o sapık ve dalalet ehli kimselerle bir arada bulunduğu veya onların batıllarına ses çıkarmadığı zaman, avam bu durumdan kendilerine vaziyet çıkarıyor ve o sapık kimselerle kendilerinin de oturup-kalkabileceğini veya onlardan kendilerinin de istifade etmesinde her hangi bir sakınca olmadığı sonucuna ulaşabiliyor. Bu da netice bakımından gerek akide olarak gerekse ahlak olarak onulmaz yaralar açıyor. İşte bundan dolayı özellikle de toplumda sözü dinlenen kimselerin, batıl ehliyle bir arada olmamaları, aynı portrede yer almamaları ve topluma birliktelik mesajları vermemeleri gerekmektedir. Bu, avamın itikadını koruma açısından son derece önemlidir.

Hele bir de âlim olduğu söylenen sözüm ona büyük zatların(!), tağutlarla yan yana poz vermelerini, onlarla aynı ortamlarda güle oynaya bulunmalarını nereye koyacağız?! Bunların, avamın gözünde ve gönlünde açacakları tahribatın boyutlarını düşünebiliyor musunuz? Bu durumda avam şöyle demez mi: “Onlar âlim olduğu halde bu yöneticilerle bir arada bulunuyor ve topluma birliktelik mesajları veriyorlarsa, demek ki onları desteklemekte ve onlarla beraber hareket etmekte bizler için hiçbir mahsur yoktur. Eğer bunda bir sıkıntı olsaydı âlimlerimiz yapmazdı!”

Avamın böyle bir zanna kapılmasında bu büyük zatların(!) yaptıklarının elbette ki çek derin bir etkisi vardır. Yaptıklarıyla insanların sapmasına ve dalalete düşmesine vesile olanlar, Allah’tan korkmalı, hesap vereceklerini akıllarından çıkarmamalı ve isteyerek ya da istemeyerek topluma verdikleri mesajın hangi amaçlara hizmet ettiğini iyi tespit etmeleri gerekmektedir.

Eğer bu büyük zatlar(!) avamın böylesi yanlış düşüncelere kapılmasına kapı aralamak istemiyorlarsa, bu durumda kimlerle oturup-kalktıklarına ve hangi insanlarla aynı karede yer aldıklarına çok dikkat etmeleri gerekmektedir.

Bu, işin bir boyutu; işin bir de şöyle bir boyutu var: İçimizde öyle insanlar var ki, onlar “ilim, ilim, ilim” diyerek bidat ehlinden veya şüphe sahiplerinden istifade etmekte hiçbir beis görmemekte ve gerektiğinde onlarla aynı ders ortamlarında bulunmayı mahzurlu saymamaktadırlar. Bu insanlara da İmam Şevkanî’nin sözlerini ithaf ediyoruz. Bu zatlar unutmamalıdırlar ki, şüphe ehliyle hangi vesileyle olursa olsun mesai harcayanlar, gün gelir onlarla aynı inanca veya aynı ahlaka sahip olurlar. Çünkü şüphe, silinmesi mümkün olmaya bir virüs gibidir; sürekli kalplere sirayet eder. Şüphenin tek amacı, kalpte var olan inancı bulandırmak, hak ve hakikatin üzerine zan tohumları ekmektir. Şüpheden hiçbir zaman hayır gelmez. Bu noktada müslümana düşen şüphe ehlinden istifade etme derdinde olmak değil, onlarla arasına mesafe koyarak hak ile ve hak ehliyle bir arada olmaktır. Unutmamak gerekir ki hak ile iştigal etmek −İbn Mesud radıyallahu anh’ın da dediği gibi−[4] batıl ile uğraşıp onun meydana getirdiği bozulmaları onarmak için çaba harcamaktan daha hayırlı ve daha kolaydır. Müslüman elindeki hak ile yetinmeli, daha çok istifade edeceğim diye batıl ehline meyletmemelidir.

Selef’in Sapık Kimselere Karşı Tutumu

Kendilerine ittiba etmekle şeref duyduğumuz Selef-i Salihin, bidat ehli ve şüphe sahibi kimselere karşı oldukça sert bir tavır takınmış, etrafındaki kimselere onlarla oturup-kalkmamaları noktasında gayet net telkinlerde bulunmuştur. Burada onların bazı sözlerini naklederek işin ehemmiyetinin boyutlarını ortaya koymaya çalışacağız. İnşâallah nasibi olanlar faydalanmasını ümit ediyoruz.

●  Bir adam İbn Ömer’e gelip:

—Falanın sana selâmı var, dedi. Bunun üzerine İbn Ömer radıyallahu anh:

Bana, onun bidat çıkarmış olduğu haberi ulaştı. Şayet gerçek­ten bidat çıkarmışsa, (benden) ona selâm söyleme! diye karşılık verdi.[5]

●  Selef’in büyüklerinden birisi olan Ebû Kilâbe rahimehullah, yine kendisi gibi Tabiîn neslinin büyük âlimlerden birisi olan Eyyub es-Sahtiyanî’ye şöyle nasihat etmiştir:

“Bidat ehliyle oturup-kalmayın ve onlarla tartışmayın; zira ben, onların sizi sapıklıklarına düşürmelerinden veya bilmiş olduğunuz gerçekleri size bulandırmalarından endişe ediyorum.”[6]

Ebû Kilâbe rahimehullah, büyük bir âlim olan Eyyub es-Sahtiyanî gibi birisinin bidat ehliyle oturup-kalktığı zaman fitneye düşeceğinden korkuyorsa, acaba bizim gibi ilimde tıfıl olan veya ilimden hiç nasibi olmayan kimseleri görseydi ne derdi?

Şu rivayete de dikkatle kulak vermenizi isityoruz:

● Bidat ehlinden iki adam İbn Sîrin rahimehullah’ın huzuruna girmişti. Ona:

—Ey Ebû Bekr![7] Sana bir ha­dis aktarabilir miyiz? dediler.

İbn Sîrin rahimehullah:

Hayır! dedi.

— O halde sana Allah’ın Kitâbı’ndan bir âyet okuyalım, dediler.

— Tekrar “Hayır” dedi ve ekledi: Ya siz yanımdan kalkıp gideceksiniz ya da ben kalkıp gidece­ğim!

Bunun üzerine oradan çıkıp gittiler…

Derken mecliste bulunanlar birisi:

— Ey Ebû Bekr! Allah’ın Kitâbı’ndan bir âyet okumaları­nın sana ne zararı olurdu ki? diye sordu.

Bunun üzerine İbn Sîrin rahimehullah şöyle cevap verdi:

Bana bir âyet okuyup da onu asıl mânâsının dışına çıkarmalarından, bunun da kal­bime tesir etmesinden korktum.[8]

Bu rivayet bizler için aslında çok şeyler anlatmaktadır. Eğer bir kimse bidate bulaşmış veya herhangi bir şekilde dalalete düşmüşse, Selefimiz onlardan ayet ve hadis dinlemeyi bile uygun görmemiştir.

Bu gün medyatik hocalardan veya dinlerini tağutların rızasına feda eden sözde âlimlerden tefsir veya hadis dersleri dinleyenlerin, bu tür rivayetleri iyi düşünmeleri, kendilerinden çok daha hayırlı olan güzide insanların bu tutumlarını iyiden iyiye tahlil etmeleri gerekmektedir. “Acaba onlar mı meselenin önemini abartmışlardı, yoksa biz de mi bir yanlış anlayış var?” diye düşünmeleri gerekir. Gerçekten de hangisinin doğru olduğunu değerlendirmek gerekir.

● Yine İbn Sîrin rahimehullah’ın şöyle dediği nakledilmiştir:

“Bidat ehliyle oturup-kalmayın, onlarla tartışmayın ve onlardan hiçbir şey dinlemeyin!”[9]

Bu sözünde de İbn Sîrin rahimehullah, sapık kimselerden bir şeyler dinlememeyi bizlere öğütlemektedir. Bu gün etrafımızda, medyada veya piyasada cirit atan dalalet ehli kimseleri dinleyerek akideleri bozulan veya inançlarında bir sapma meydana gelen azımsanmayacak kadar insan vardır. İşin garibi bu insanlar, o hocalara kulak verdiklerinde onların sapık olduğunu biliyor ve kendileriyle aynı akideye mensup olmadıklarından emin olarak onları dinliyorlardı. Ve yine bu insanlar, o hoca efendileri dinlerken samimi duygularla ve Allah’ın dinini öğrenelim amacıyla dinliyorlardı. Ama samimiyet bir noktadan sonra yetmiyor. Samimiyetin yanında doğru bir menhece de sahip olmak gerekiyor. Onlar bu aslı ihlal ettiklerinden ve konunun başında zikrettiğimiz En‘am 68 ve Nisa 140. ayetlere muhalefetlerinden dolayı −bilerek veya bilmeyerek− yoldan çıktılar. Tıpkı bidat ehli gibi sapıttılar. Bizzat kendi elleriyle kalplerine şüphelerin girmesine kapı araladılar.

Yeri gelmişken burada hemen bir hakikati hatırlatalım: İslam alimlerinin belirttiğine göre insanın dinini iki şey ifsat eder:

1-Şüpheler,

2-Şehvetler.

Şüpheler, kişinin dinine, akidesine ve inancına zarar verirken; şehvetler ahlakına, adabına ve davranışlarına zarar verir. Dolayısıyla hem akidesini hem de ahlakını muhafaza etmek isteyen bir müslümanın her iki ifsat vesilesinde de uzak durması gerekmektedir.

●  Yine bidat ehlinden bir adam Eyyub es-Sahtiyanî’ye:

—Ey Ebû Bekr![10] Sana bir kelime soracağım, de­mişti. Bunun üzerine Eyyub rahimehullah, serçe parmağını göstererek:

Yarım kelime dahi ol­maz! diye işaret edip yüzünü dönerek çekti gitti.[11]

İşte selefimiz bu konuda böylesine hassas davranarak bizlere model olmuşlardır.

Unutmamak gerekir ki bidatler, haramlardan daha tehlikelidir. İnsan haramları yanlış olduğunu bilerek işlerken, bidatleri Allah razı olacak düşüncesiyle yapar. Bu nedenle âlimlerimiz, bidat ehlini haram ehlinden daha tehlikeli görmüşlerdir.

İmam Şevkanî rahimehullah, bidat ehliyle oturup-kalkmanın, haram işleyen kimselerle oturup kalkmaktan daha tehlikeli olduğunu şu önemli sözleriyle dile getirmiştir:

“Bu temiz şeriatı hakkıyla bilenler, sapık bidat ehliyle oturup-kalkmada meydana gelen mefsedetin/zararın, özellikle de Kitap ve Sünnet ilminde derinleşmeyen kimseler için, haram olan bir işi yaparak Allah’a isyan eden kimselerle oturup-kalkmada meydana gelecek zarardan kat be kat daha fazla olacağını bilirler.”[12]

Gerçekten de bu çok doğru bir sözdür. Bu ümmetin başına ne kadar musibet gelmişse hep dini saptıran, dine bidatler bulaştıran ve hak yoldan çıktığı halde kendisini hak ehliymiş gibi tanıtan insanlardan gelmiştir. İçki içen veya zina eden insanlardan bu dine öbürlerininki kadar zarar gelmemiştir; zira tüm insanlar bu kimselerin zaten yanlış yaptığını bilmektedirler.

İşte tüm bu anlatılanlara kulak vererek bidat ehlinden, sapık kimselerden ve akidesi düzgün olmayan şahıslardan uzak durmalı, dinimizi muhafaza için onları ve onların oturmalarını terk etmeliyiz. Bunu yaptığımızda öncelikle Allah’ın emrine ram olduğumuz, ardından da Selef’in yolunu izlediğimiz için imanımızı muhafaza altına almış olacağız.

Allah hepimizi dalalet ehlinden ve onların ortaya attığı şüphelerden muhafaza buyursun. (Âmîn)

Faruk Furkan

 



[1] Bundan sadece bir şeyi istisna edebiliriz, o da: Batıl ehli eğer hakkı bulmaya çabalıyor ve samimiyetle kendilerine doğruyu gösterecek birisini arıyorsa, o zaman Kur’an’ı, Sünneti ve onların sapıklıklarının hakikatini bilen birisi yeterli miktarda onlarla oturup, şüphelerini izale edebilir. İbn Abbas radıyallahu anh’ın Haricîlerle oturup onların şüphelerini izale etmesi bu kabildendir. Ama Kur’an’ı, Sünneti ve onların sapıklıklarının hakikatini bilmeyenlerin onlarla oturup, tartışmaya girişmesi uygun görülmemiştir. Çünkü bu durumda batıl ehlinin karşı taraftaki müslümanın kafasını karıştırma ihtimali vardır. Böylesi bir tehlike varsa, müslümanın selamet yolunu seçerek işi Allah’a havale etmesi ve ehlini bulana dek onlarla tartışmaktan uzak durması en doğru olan yoldur.

[2] “Bakın, falanca da bizimle beraber takılıyor. Eğer biz sakıncalı insanlar olsaydık o bizimle oturup-kalkar mıydı?” demek suretiyle insanların kafalarını bulandırır, o şahsı kullanarak batıllarını örtmeye çalışırlar.

[3] Feydu’l-Kadîr, 1/657.

[4] Dârimî rivayet etmiştir. Orijinali şu şekildedir: الاقتصاد في السنة خير من الاجتهاد في البدعة

[5] Dârimî rivayet etmiştir.

[6] Dârimî rivayet etmiştir.

[7] Bu, İbn Sîrin’in künyesidir.

[8] Dârimî rivayet etmiştir.

[9] Dârimî rivayet etmiştir.

[10] Bu, Eyyub es-Sahtiyânî’nin künyesidir.

[11] Dârimî rivayet etmiştir.

[12] Feydu’l-Kadîr, 1/657.

Okunma Sayısı:3324